Hangi miladi tarih, Türkiye’de Ramazan Ayı’nın ilk gününe denk gelmiştir? ATV ekranlarının sevilen yarışma programı Kim Milyoner Olmak İster, bu akşam yılbaşı özel bölümüyle izleyenlerin karşısına çıkacak. Kenan İmirzalıoğlu’nun sunduğu Milyoner’de az önce sorulan soru izleyenleri televizyon ekranına kilitledi ve Kim Milyoner Olmak İster sorulan Hangi miladi tarih, Türkiye’de Ramazan Ayı’nın ilk gününe denk gelmiştir?
Hangi miladi tarih, Türkiye’de Ramazan Ayı’nın ilk gününe denk gelmiştir? ATV ekranlarının heyecanla takip edilen yarışma programı Kim Milyoner Olmak İster bu akşam yeni bölümüyle yayınlanıyor. Büyük ödülü kazanmak isteyen yarışmacılar sunucu Kenan İmirzalıoğlu’nun sorularını yanıtlıyor. Az önce sorulan soru izleyenleri ekranları başına kilitlemeye başladı. İşte, Hangi miladi tarih, Türkiye’de Ramazan Ayı’nın ilk gününe denk gelmiştir?
SORU: Hangi miladi tarih, Türkiye’de Ramazan Ayı’nın ilk gününe denk gelmiştir?
A: 31 Aralık 1995
B: 31 Aralık 1997
C: 31 Aralık 1999
D: 31 Aralık 2001
CEVAP: B
Ramazan
Ramazan (Arapça: رمضان), Hicrî takvime göre 9. ay ve İslam dininin inancına göre Muhammed’e Kur’an ayetlerinin inmeye başladığı, aynı zamanda Müslümanlarca oruç tutulmaya ve Terâvih Salat’ına başlanılan aydır. Bu ayda oruç tutmak, İslam’ın beş temel şartından biridir. Ay’ın hilal görünümünün ilk görülüşünden itibaren 29 veya 30 gün boyunca Ramazanın sürdüğü, hadislerden alıntılanarak hesaplanmıştır.[1[2
Ramazan, “Ramaza” (çok sıcak olma) kökünden gelir. Bunun nedeni, muhtemelen Ramazan orucu ibadeti ilk uygulanmaya başlandığında yaz aylarına tekabül ediyor olmasıdır.[3 Yine Türkiye Ermenisi yazarı Sevan Nişanyan’ın verdiği bilgilere göre Ramazan, İslam öncesindeki Arapların Ay takviminde Temmuz ile Ağustos aylarına verilen isimdir.[4 Bu takvimde aylar, 12+1 sistemi (3 yılda bir ilave edilen 1 ay) sayesinde en fazla 30 günlük kaymalarla yılın aynı zamanlarında yaşanmaktaydı. Günümüzde Ramazan ayının zamanı, Ömer’in halifeliği zamanında düzenlenen Hicri takvime göre belirlenmiştir. Hicri Takvim bir Ay takvimi olduğu için yıllar, miladi takvimden 11-12 gün daha kısadır. Bunun sonucu olarak Ramazan ayı her sene miladi takvimde öne kayar. Yaklaşık olarak her 32 senede bir, Ramazan ayı aynı tarihlere denk gelir.
Ömer’in hilafeti zamanında Arap Yarımadası’nda Persler, Romalılar ve başka medeniyetlerin kullandığı Güneş ve Ay takvimleri kullanılmaktaydı. Hicaz-Asir bölgesinde ise hem Güneş hem de Ay takvimi kullanılıyordu.
Takvim oluşturma fikri ortaya çıkınca, yapılan istişareler sırasında sahabelerden Ali bin Ebu Talib, oluşacak takvimin başlangıç tarihi olarak Peygamber Muhammed’in Medine’ye hicretini önermiştir. Bu görüş kabul edilmiştir fakat peygamberin hicretinin Ay takviminin ilk ayı olan Muharrem’e değil de Rebiülevvel ayına denk gelmesi sonucunda tarih geriye alınmıştır. Buna göre Hicrî takvimin başlangıcı miladî takvime göre 23 Temmuz 622 tarihine denk gelir. Yılın dokuzuncu ayı da böylece Ramazan olur. Ramazan ayından önceki hicrî ay Şaban, Ramazan’dan sonraki ay ise Şevval ayıdır.[6
Hicrî takvimin Ay takvimi olması sebebiyle, bu takvimdeki ayların mevsimlerle ilişkisi yoktur. Yani her ayın Güneş takvimine göre her yıl pozisyonu değişir ve böylece aylar mevsimler arasında gezinir; dolayısıyla belirli bir mevsimin ayı olmazlar. Bu sebeple Ramazan ayı ve oruç dönemi her sene değişir ve mevsimler arasında gezinir.
Müslümanlara Kur’an’ın ilk ayetlerinin vahyedildiği Kadir Gecesi, bu ayın içindedir. Hangi gün olduğu bilinmemekle birlikte Ramazan ayının 27. gecesi, Kadir Gecesi olarak kabul edilmektedir. Bazı İslam bilginlerine göre ise Kadir Gecesi, Ramazan ayının son 10 günü içerisinde yer almaktadır. Hangi gün olduğu kesin olarak bilinmediği için Müslümanlar, Ramazan’ın son 10 gününü dikkatli ve bilinçli bir şekilde geçirirler.
Kadir Gecesi ile ilgili Kur’an’ın 97. suresi olan Kadir Suresi’nin ilk üç ayetinde ”Şüphesiz, biz O’nu Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.” denmektedir.
Bu ayda Müslümanların Ramazan orucunu tutmaları farzdır. Ramazan orucunun tutulduğu bu ay boyunca, gün doğumundan önceki alacakaranlık (imsak) ile gün batımından sonraki alacakaranlık (iftar) arasında yemek, içmek ve cinsel ilişkide bulunmak Müslümanlara yasak kılınmıştır.[7[8
Bakara Suresi’ne göre, Kur’an’ın İslam peygamberi Muhammed’e gönderilmesi Ramazan ayında başlamıştır ve bu ay içinde “oruç” tutmak Müslümanlara emredilmiştir. İlgili ayet şöyledir:
Ramazan ayında oruç tutanların imsak saatinden, yani sabah namazı vaktine girmeden önce, belirli saatte yedikleri yemeğe ve bu yemeğin yendiği zaman aralığına ”sahur” denir. Gün sonunda akşam ezanı okununca orucun açılmasına ve bu esnada yenen yemeğe ise ”iftar” denir.
Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde kutlanan Ramazan ayı, çoğunlukla 30 gün sürmekle beraber 29 gün de sürmektedir. Bu ayda Müslümanlar, İslam’ın beş temel farzından biri olan oruç tutma ibadetlerini gerçekleştirirler.[9 Ancak Ramazan ayı sadece oruç tutma ayı değildir. Müslüman toplumlarda; bu ayda uygulanan bazı gelenekler, âdetler ve yalnızca bu aya özel olan uygulamalar da mevcuttur. Birçoğu eskide kalan uygulamalardan bazıları şunlardır:[10
Ramazan’da, gece yarısından sonra kalkılıp yiyilen yemeğe sahur denir. Sahur sofralarında genellikle kahvaltılıklar ve hafif yiyecekler yer alır. İftar sofralarında ise biraz daha ağır yemekler bulunur. Tatlılar ise, çoğunlukla iftar yemeğinden sonra tüketilir.
Ramazan’a özel olan veya daha çok Ramazan’da tüketilen bazı yemekler, içecekler, tatlılar şunlardır:[11[12
Hicri Takvim ve Zaman Araştırmaları Merkezi
Müslümanlar arasında dini maksatlarla kullanılan Hicri takvim dünyamızın mevsimlerine nazaran daima yerlerini değiştiren aylardan müteşekkil kameri bir takvimdir. Mesela Ramazan ayı bazen yaz mevsimine, bazen de kış mevsimine isabet eder. Zamanın Güneş takvimine göre hesap edilmesi adet olan Hristiyan memleketlerde bir Müslümana “Ramazan ayı Miladi takvimde hangi aya tekabül eder?” suali sorulduğunda, “Bu seneden seneye değişir ve asla muayyen bir aya tekabül etmez.” cevabı alınır ki bu, daima soru sahibinin hayretini mucip olur ve derhal meçhulü olan böyle bir mevzuda münakaşadan sarfı nazar eder. Kat’i bir netice almak arzusu ile seneleri aylara, haftalara ve günlere bölmek mecburiyetinde kalırsak hakikati bulmak ve kat’i bir Güneş (hatta Ay) senesi tespit etmek imkânsız olur. Zira Güneş senelik devrini 365 gün, 6 saat, birkaç dakika, birkaç saniye ve saniyenin küsuru kadar bir zaman zarfında tamamlar (Ay 11gün kadar evvel bu devri bitirir.) Bu küsurat teraküm ettiği zaman zorluklara sebebiyet verir. Böylece Julius Sezar tarafından tatbikine başlanmış olan Güneş takviminde 1582 senesinde 10 günlük bir fazlalık husule gelmişti ve Papa Gregorius’un takviminde yaptığı ıslahat sonunda 15 Ocak, 25 Ocak olarak değişti, “Hayatımızdan çalınmış” olan on günlük bu farkın İngiltere, Rusya ve İsveç tarafından kabulü ancak asırlar sonra olabilmiştir. Fakat takvim hala dört başı mamur değildir. Her dört senede bir 366 günlük bir artık sene olduğuna göre, dakika ve saniye küsuratının terakümüne mani olmak için 2000 senesinde daha girift bir metoda başvurmak icap edecektir. Her halde, 1378 Hicri yılı Ramazan 12 Martta başladığına göre, gelecek sene 29 Şubatta, müteakip sene de 18 Şubatta başlayacak ve bu böylece tevali edecektir. Ramazanın tekrar Mart ayı içine düşmesi de 33 sene sonra olacaktır. Bu halde de 1411 Hicri senesinde Ramazanın birinci günü ancak 18 Marta, 1412 senesinde 6 Mart 1992 tarihine tekabül edecektir (İlk Hicri yıl 16 Temmuz 622 de başlamıştır ve tekrar başlangıcının 16 Temmuz 1143 tarihine tekabülü için aradan asırlar geçmiştir). Şurası muhakkaktır ki, tabiatın sebep olduğu karışıklığı hünerli bir şekilde ortadan kaldıran Güneş yılının kabulü mevsimlere uygun düşmektedir. Şöyle ki, Ekvatorun kuzeyindeki memleketlerde, yani kuzey yarımkürede Aralık ayı daima kışa ve Temmuz ayı daima yaza isabet eder. Şu da muhakkaktır ki, Güneşin batışını müteakip gök kubbede beliren yeni ayın, aylara başlangıç ittihaz edilmesi de kolay bir usuldür. İşte bu sebepledir ki eskiler iki sistemi birleştirip bir Güneş- Ay takvimi kullanmışlardır. İslamiyet’ten evvelki zamanlarda Mekke’de Araplar her üç senede bir kendi tabirleriyle bir boş ay ilavesi suretiyle 13 aylık bir sene teşkilini adet edinmişlerdi. Ay senesi Güneş senesinden 11 gün kadar kısa olduğundan bu ameliye her üç senede bir yapılabiliyordu. Böylece Zilhicceyi müteakip Sefer, sonra Muharrem ve tekrar bir Sefer ayı ve Rebiyülevvel birbirini takip ediyordu. Rivayete göre, Yemen’de Kinda Kralı, İslam’dan evvel Mekke şehir devletinde bir “Takvim Nazırlığı” ihdas etmiş ve bu irsi nazırlık makamındakiler (ki Basra körfezinde oturan Tamim aşiretinden seçilirlerdi) her sene Mekke’de İslam öncesi Hac ziyareti zamanında gerekli tebliğlerde bulunurlardı. Bu hal birkaç yüzyıl devam etmiştir. Kinda’nın güneyde, Tamim aşiretinin doğuda olması ve Mekke’nin Arap yarımadasının batısında bulunması hadiselerin sadece Mekke’den değil, her taraftan tetkik edildiğini gösterir.
İLGA:
610 senesinde Peygamber Muhammed (S.A.S.) İslam dinini yaymakla vazifelendirilmişti ve 632 senesinde de vefat etti. O sene Ay ve Ay-Güneş ayları yine birbirine tetabuk etmişti. Bir sene evvelki boş ayın ilavesi aşağıdaki şekilde yapılmıştı:
Normal Ay Takvimi: Eski Mekke İlaveli Takvimi :
Zilkade ………………………………….. Zilhicce
Zilhicce………………………………….. Sefer [boş ay
Muharrem……………………………….. Muharrem
Sefer……………………………..……… Sefer
Rebiyülevvel……………………………. Rebiyülevvel
Zilhicce ..………………………………… Zilhicce
Yukarıdaki son Zilhicce ayında Hz. Peygamber (S.A.S.) Veda Haccı için Mekke’ye gitmiş ve Mekke’nin eteklerinde kurulu olduğu Arafat dağındaki merasimde şu meşhur hutbeyi irad etmişti:
“Ey insanlar! Hakikat (Allah’ın sulh ve müsalemet ayları “eşhur’ulhurum” ortasına kutsal olmayan bir) ay ilavesi (nesi’)’de bulunma, küfürde ileri gitmektir; küfre sapanlar bu ilaveyle sapıtmışlardır. Onlar bu ayı bir sene helal bir sene haram telakki ederler. Bu, Allah’ın mukaddes (haram) kıldığı (aylarda) güya bir uygunluk temin etmek içindir. Onlar Allah’ın helal ettiğini haram, haram ettiğini helal ederler. Ve şüphesiz zaman, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki haline dönmüştür (yani katma aylı ve katmasız aylı sene bir mutabakat haline gelmiş vaziyettedir). Ve filhakika Allah’ın kitabında gökleri ve yeri yarattığı günde, Allah indinde ayların sayısı on ikidir. Bu on iki aydan dördü mukaddestir (haram aylar = Eşhur’ul-hurum), bunların üçü art arda biri ayrıdır yani bu, Z’ilkade, Zi’lhicce, Muharrem ve Şaban ile Cumada arasında bulunan Mudar Oğullarının Recep ayıdır. Tebliğ ettim mi? Şahit ol ya Rab!”
Hutbenin bu kısmını izah etmek için kısa bir açıklama yapmak icap eder. Arabistan’da İslamiyet’ten evvelki devirlerde bazı ayların kutsal sayılması dolayısıyla o aylarda kan dökmek günah addedilirdi. Birbirini takip eden üç mukaddes aydan sonra gelen «boş ay» ile dinsiz haydutlar yolcuları insafsızca soymaya başlar, hacca gidenlere işitilmedik eziyetler ederlerdi. Böylece ay ilaveleri anarşi içindeki memlekette yeni birçok kargaşalıkların kaynağı haline gelmişti. Ayrıca kuzey ve batı Arabistan’daki Mudar kabilesince Recep ayı haram ay olarak tanınmış öte taraftan doğu Arabistan’daki Rabi’a aşireti Ramazan ayını kutsal kabul etmişti. Bu kutsallıktan gaye yıllık pazar ve panayırların emniyetini temindi.
Takvim Reformunun Sebepleri:
Hz. Peygamberin hutbesinden alınan yukarıdaki kısım gösteriyor ki kendisi astronomi matematiğinin karışık neticelerinden malumattardı ve bu usulü bilhassa Hicri onuncu yılda ilga etti. Zira o sene bütün Arabistan Müslümanlığı kabul etmiş, memlekette yol kesme âdeti ve haydutluk da ortadan kalkmıştı. Öyleyse kameri takvimin vaz’ına ne lüzum vardı? Bu suale karşılık çeşitli cevaplar akla gelebilir:
1- Peygamber zirai vergilerle ticaret ve sair mevzulardaki vergileri birbirinden ayırmıştı. Bu «reform» memleketin mali işleriyle alakası olanlar tarafından bugün tamamen benimsenmiş iyi karşılanmıştır. Hükümetlerin mali yılsonuna doğru çektikleri sıkıntılar, vergi toplanıncaya kadar bütçedeki açıkları kapayabilmek için kısa vadeli krediler, sık sık başvurulan geçici tedbirler gibi çareler aranır. Mamafih İslam memleketlerinde devlet, zirai vergileri, gelir, ticaret, sanayi ve hayvan vergilerinden zaman itibariyle ayrı olarak toplar. Bu vergiler muayyen bir sene ayni zamana düşseler bile bu hal mütebaki senelerde tekrar zuhur etmez.
2- Ay ve Güneş takvimlerinin günlük ibadet vakitlerine hiçbir tesirleri yoktur. Fakat vergi ödeme zamanına müessir olur. Peygamberin söylediğine göre Müslümanlıkta verginin gayesi, parayı zenginlerden toplamak ve fakirlere dağıtmaktı. Zengin, yıllık vergisini verme hususunda 354 gün ile 365 gün arasında bir fark gözetmez. Bunu katiyen düşünmez bile. Zaten ay takviminin bir neticesi olarak evvelce verilen vergilerden çıkan netice şudur ki, her 33 senede bir, mükellef, normal 33 senelik vergiye ilave olarak bir senelik vergi daha ödüyordu. Ateist Rusya’da olsun, dine inanan Amerika’da olsun hiçbir maliye vekili hazinenin gelirini arttırmak için halk tarafından farkına varılmadan ihtiyaçları karşılayan böyle bir yolu muhakkak ki ihmal etmez. Daha fazla mali imkânlar daha çok ihtiyacı gidermek demektir.
3- Oruca gelince, bunda Ay takviminin direkt tesirleri vardır. Bir an için Güneş takviminin kabul edildiğini farz edelim. Mevsimlerin birisine daima Ramazan ayı isabet etsin. Ekvatorun kuzeyindekiler için kış demek, güneyindekiler için yaz demektir. Yine farz edelim ki Peygamber «Oruç kışın sonundadır» demiş olsun. Bu takdirde Fransa’da halk Şubatta, Arjantin’de ise Ağustosta oruç tutacaktır. Bütün ay oruç tutmuş bir Fransız Müslüman mesela Şubatın 27 sinde bir uçağa atlayıp Boenes Aires’e gitse kutlayacağı bir Şeker Bayramı bulamayacaktır. İşte bu halde, cemaatin birliği parçalanmış olacaktır. Bazı vicdansız mürailerin ekvatorun bir tarafından diğer tarafına geçerek ömürleri boyunca asla oruç tutmayacakları da düşünülebilir.
4- Farz edelim ki Peygamber “Şubat ayında oruç tutunuz” demiş olsun. Bu, Finlandiya ve Kazan (ki buraları çok soğuk bölgelerdir) Müslümanlarına, Şili (ki bu ayda müthiş sıcaktır) Müslümanlarına bir zulmet olur. Bir ömür boyunca her sene ayni eza… Ancak Ekvator civarında yaşayan halk memnun olacaktır. Fakat dindaşlar arasında böyle bir tefrik doğru olur mu? İslamiyet kürenin muayyen bir bölgesinde tatbik edilsin diye ortaya atılmamış ve fakat her şeyin üstünde mukadder kılınmış, her şeyin eşitliğini kabul etmiş, ırk, dil, renk ve mekân farkı tanımamıştır.
5- Oruç dini bir vecibe olduğu kadar, bir disiplindir ve meşakkate katlanmak hususunda bir tecrübedir. Dünyevi cephesini nazarı itibara alırsak Ramazanın mevsimden mevsime değişmesi, ferdi her mevsim şartları altında bu disipline alıştırır. Fert sıcak yaz mevsiminde olduğu gibi soğuk kış günlerinde de mahrumiyete katlanır. Bu devamlı değişme, ferdin sıhhati üzerinde müspet tesir icra eder ve günde birkaç öğün yemeğimizi durmadan hazmetmekle vazifelendirilmiş midemizin senelik tatilini yapmasına imkân verir. Oruçtan alınan sayısız manevi faydalar bir yana, Allah rızası için, Müslüman askerlerin harp ve muhasara zamanlarında yiyecek ve içeceğe karşı olan dayanıklıkları ve az bir gıdaya mukabil düşmana karşı gösterdikleri şiddetli mukavemet tarihen sabittir.
6- Ayni hal Hac için de varittir. Hac, Mekke’den daima ayni mevsime düşse idi, bu mevsim dünyanın diğer yarımküresindeki dindaşların dini vazifelerini ifa etmelerinde bir kolaylık sağlamazdı. Mesela ben Fransa’da tatilimi yaz aylarında yaparım. Mali durumumu sarsmadan başka bir zaman Hacca gitmem mümkün olmayabilir. (Aynı zamanda Kur’an’da şu da vardır: Ulu Tanrı, diğer dünyada olduğu gibi bu dünyada da bize iyiyi ver.) Ay takvimi dolayısıyla Haccın tatilimi geçirdiğim bir mevsime düşmesini intizar edebilirim. Buna mukabil, mesela sıhhatim dolayısıyla yazın çok sıcak olan Mekke’ye yaz tatilim esnasında gitmem mümkün olmayabilir. Bu takdirde birkaç sene bekleyebilirim.
Hülasa:
Hangi yönden bakılırsa bakılsın, Hz. Peygamber tarafından ortaya atılan ve yapılan takvim reformu beşer karakterine gayet güzel uymuş ve sadece bir bölge camiasının değil, fakat bütün dünya camiasının alaka ve ruhuna tetabuk etmiştir. Dedelerimizin gayretlerini şükranla karşılayalım. Şimdi Finlandiya’dan Ümit Burnu’na, Kanada’dan Arjantin’e, Mekke’den Çin’e, Amerika’ya, Avrupa’ya, Afrika’ya ve yine Mekke’ye kadar vüsatimiz var.
Allah’ım, bu kulunu koru, bütün milletleri himaye et. Allahümme salli Ala Muhammed.
Prof. Dr. Muhammed HAMİDULLAH
Kaynak: Bu yazı Hilal Dergisi’nin Ağustos 1965 tarihli 54. sayısında yayınlanmıştır.