Romanda müslümanlığı kendisine yol edinmiş bir adam ile dini islam ama müslümanlıkla hiçbir ilgisi olmayan bir kızın âşkını anlatıyor.
İstanbul’un kenar semtlerinden birinde kırık dökük, irili ufaklı ahşap evlerin sıralandığı dar ve küçük bir sokakta başlamıştı her şey. Yağmur yiye yiye tahtaları aşınmış, her rüzgâr esişte yıkılıverecekmiş intibaını uyandıran, kırılan camların yerine sararmış gazete kâğıtları yapıştırılmış, rengi solgun, yer yer yamalı, basma perdeli evleri ile Huzur Sokağı’nın ilk bakışta fakir bir sokak olduğu anlaşılırdı…
Eski zamanlarda İstanbul’un batılılaşma, modernleşme sevdasından kurtulmuş küçük bir sokak varmış. Bu sokağın erkeklerinin hepsi cemaatten, kadınlarının hepsi ise başı kapalı, dinine düşkün insanlarmış. Bu sokakta üniversite öğrencisi Bilal (dizide karakteri Kutsi canlandırıyor) adında bir genç annesiyle birlikte yaşamaktadır. Bilal mahallenin gururudur. Kimya mühendisliği okumaktadır. Eğitiminin yanında çok terbiyeli ve ahlâklı bir gençtir.
Feyza onu kendine aşık edip dininden döndürmek için büyük çabalar sarfeder. Bilal bir yandan onu severken bir yandan da dinine olan bağlılığıyla Feyza’dan uzaklaşmaya çalışır. Bir başkasıyla, kendi gibi dinine düşkün birisiyle evlenir. Feyza buna çok üzülür. Dadısının da yardımıyla yavaş yavaş İslamı anlamaya başlar. Bir süre sonra tamamen bir islam hanımefendisi olmuştur. İçkici ve zengin kocasından ayrılır. Kızı Hilal’i İslami şartlara çok uygun bir kız olarak yetiştirir. Yıllar sonra Allah, Feyza ve Bilal’i yeniden karşılaştırır. Ama çok farklı bir şekilde…