Cuma günü ile ilgili ayetler ve hadisi şerifler
Cuma günü ile ilgili ayetler
Ey iman edenler, cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ı zikretmeye koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. (cum’a suresi / 9)
Cuma namazı kılınınca yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.”(Cum’a sûresi (62), 10 )
Cuma günü ile ilgili hadisler
Allah indinde günlerin seyyidi Cumadır. O, kurban ve Ramazan bayramı gününden de kıymetlidir.) (Buhari)
Ebu Hüreyre (r.a)’den rivayete göre, Peygamber Efendimiz ( s.a.v) şöyle buyurdu: Cuma günü melekler mescidin kapılarına oturur, insanları geliş sırasına göre yazarlar. İnsanlar o gelişlerine göre; deve bağışlamış, sığır bağışlamış, koyun bağışlamış, tavuk bağışlamış, serçe bağışlamış ve yumurta bağışlamış kimselerin sevabı gibi sevap kazanırlar. (Buhari, Cuma: 31; Müslim, Cuma: 7)
Ümmetinin bayramları içinde Cumadan daha kıymetli bayram yoktur ve o günkü iki rekat namaz, Cuma günü dışındaki bin rekattan efdaldir.) (Deylemi)
Semure (r.a)’den rivayete göre, şöyle demiştir: Peygamberimiz ( s.a.v) şöyle buyurmuştur: Kim, Cuma günü abdest alırsa; ne güzel yapmıştır. Kim de guslederse, daha değerli bir iş işlemiş olur. (Müslim, Cuma: 1; Tirmizi, Cuma: 356)
Günlerin en kıymetlisi Cumadır. Cuma günü, bayram günlerinden ve aşure gününden daha kıymetlidir. Cuma, dünyada ve Cennette müminlerin bayramıdır.) (Riyadun-nasıhin)
Ebu Hüreyre (r.a)’den rivayete göre, Peygamber Efendimiz ( s.a.v) şöyle buyurmuştur: Güneşin doğduğu en hayırlı gün Cuma günüdür. Adem (a.s) o gün yaratıldı, o gün Cennete konuldu ve o gün Cennetten çıkarıldı. (Müslim, Cuma: 5; Tirmizi, Cuma: 353)
Allah c.c, bugünden itibaren kıyamete kadar size Cumayı farz kıldı. Adil veya zalim bir imam, başkan zamanında küçümseyerek veya inkâr ederek Cumayı terk edenin iki yakası bir araya gelmesin! Böyle bir kimse tevbe etmezse, onun namazı, zekatı, haccı, orucu ve hiçbir ibadeti kabul olmaz.) (İbni Mace)
Cuma ile ilgili ayetler ve hadisler, cuma namazı sözleri
Cuma İle İlgili Ayetler
“Ey iman edenler, cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ı zikretmeye koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” (Cuma suresi, 9. ayet)
“Cuma namazı kılınınca yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” (Cuma suresi, 10. ayet)
“Bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona gittiler ve seni ayakta bıraktılar. De ki: Allah’ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten de hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cuma suresi, 11. ayet)
Cuma İle İlgili Hadisler
“Allah indinde günlerin seyyidi Cumadır. O, kurban ve Ramazan bayramı gününden de kıymetlidir.” (Buhari)
“Cuma günü melekler mescidin kapılarına oturur, insanları geliş sırasına göre yazarlar. İnsanlar o gelişlerine göre; deve bağışlamış, sığır bağışlamış, koyun bağışlamış, tavuk bağışlamış, serçe bağışlamış ve yumurta bağışlamış kimselerin sevabı gibi sevap kazanırlar.” (Buhari, Cuma: 31; Müslim, Cuma: 7)
“Ümmetinin bayramları içinde Cumadan daha kıymetli bayram yoktur ve o günkü iki rekat namaz, Cuma günü dışındaki bin rekattan efdaldir.” (Deylemi)
“Kim, Cuma günü abdest alırsa; ne güzel yapmıştır. Kim de guslederse, daha değerli bir iş işlemiş olur.” (Müslim, Cuma: 1; Tirmizi, Cuma: 356)
“Güneşin doğduğu en hayırlı gün Cuma günüdür. Adem (a.s) o gün yaratıldı, o gün Cennete konuldu ve o gün Cennetten çıkarıldı.” (Müslim, Cuma: 5; Tirmizi, Cuma: 353)
Cuma namazı
Cuma namazı, farz namazlardan olup, cuma günü öğle namazı vaktinde kılınır. Cuma namazının özelliklerinden birisi de namazdan önce hutbe okunmasıdır.
Cuma namazı kaç rekat; 10 rekattır ama nafile namazlarla birlikte 16 rekat namaz kılınır.
Cuma Gününün Fazileti İle İlgili Hadisler
Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.
“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.
İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)
Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.
Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)
Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.
Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte “Bir şey istediğin vakit Allah’tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah’tan dile!” buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)
Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah’ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur’an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, “elhamdülillah” demek, şükretmek zikirdir.
İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte “durum bilgisi” demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.
İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.
Cuma Suresi 9-11. Ayet Tefsiri – Diyanet İşleri BaşKanlığı
Müslümanların cuma günü yaptıkları haftalık toplu ibadetin önemi üzerinde durulmakta ve Resûlullah döneminde yaşanan bir olay ışığında ibadet ciddiyeti ve mabet âdâbıyla ilgili bir uyarı yapılmaktadır.
Dilimizde cuma şeklinde telaffuz edilen “cum‘a” (cumu‘a, cuma‘a) kelimesi, “toplamak, bir araya getirmek” anlamına gelen “cem‘” kökünden türetilmiş bir isimdir. İslâm’dan önce “arûbe” diye anılan bu günün cum‘a adını almasının sebebi hakkında değişik izahlar bulunmakla beraber, bunların ortak noktası toplantı günü olması özelliğidir. Bu günün önemi ve faziletiyle ilgili birçok hadis bulunmaktadır. Bunlardan ikisinin anlamı şöyledir: “Güneşin doğduğu en hayırlı gün cumadır. Âdem o gün yaratılmış, o gün cennete girmiş ve o gün cennetten çıkarılmıştır. Kıyamet de cuma günü kopacaktır” (Müslim, “Cum‘a”, 18); “Cumada öyle bir an vardır ki eğer müslüman bir kul o anı denk getirir Allah’tan iyi bir dilekte bulunursa Allah onu kendisine muhakkak verir” (Müslim, “Cum‘a”, 13-15). Bazı rivayetlere dayanarak müslümanlar cuma gününün kendileri için bir bayram günü olduğunu kabul ederler ve bu güne ayrı bir önem verirler. Cuma hazırlığı çerçevesinde sünnet olan işlerin başında boy abdesti almak gelir; hatta bu, bazı âlimlere göre farzdır.
Cuma günü öğle vaktinde öğle namazı yerine kılınan namaza cuma namazı denir. Belli şartların varlığı halinde cuma namazının farz olduğu hususunda icmâ vardır. Cuma namazının tarihçesi hicret öncesine uzanır. Peygamberliğin 11. yılı (m. 620) hac mevsiminde gerçekleşen ilk Akabe görüşmesi sonucunda Yesribli (Medineli) altı kişinin müslüman olmasını takiben bu şehirde İslâmiyet yayılmaya başlamış, hatta ertesi yıl yapılan Birinci Akabe Biatı’nın ardından Resûl-i Ekrem Medineliler’e İslâm dini hakkında bilgi vermesi ve Kur’an öğretmesi için Mus‘ab b. Umeyr’i görevli olarak göndermişti. İşte kaynaklar anılan bu ilk görüşmede Hz. Peygamber’e ilk olumlu cevabı veren ve peygamberliğin 13. yılında (m. 622) yapılan İkinci Akabe Biatı’nda kendi aile çevrelerindeki İslâmî gelişmeleri takiple görevli on iki kabile sorumlusuna başkan (nakîbü’n-nukabâ) seçilen Es‘ad b. Zürâre’nin Medine yakınlarında cuma namazı kıldırdığını kaydetmektedir. Bazı rivayetlerde Mus‘ab b. Umeyr’in de bu dönemde Medine’de cuma namazı kıldırdığı belirtilir. Hz. Peygamber’in ilk defa cuma namazı kıldırması ise hicret esnasında olmuştur. Şöyle ki, Resûlullah Medine’ye bir saat mesafede bulunan Kuba’ya varınca orada konaklamış ve pazartesiden perşembeye kadar ashabı ile beraber çalışarak İslâm’ın ilk mescidini inşa etmiştir. Cuma günü buradan hareket edip Medine yakınlarında Rânûnâ vadisine ulaştığında buradaki Sâlim b. Avf kabilesine misafir olmuş ve o sırada cuma vakti girdiğinden anılan vadideki namazgâhta cuma namazını kıldırmıştır. Günümüzde, bu yerde inşa edilmiş ve Mescid-i Cum‘a adıyla anılan küçük bir cami bulunmaktadır. O tarihten sonra toplu cuma ibadeti düzenli bir farîza olarak ifa edilmekle beraber konumuz olan âyetlerle bu ibadetin önemi pekiştirilmiş ve –aşağıda açıklanacağı üzere– bir olaydan hareketle hem bu namazın cemaat olarak yerine getirilmesi gereği hem de bu sırada dikkat edilecek bazı hususlarla ilgili mesajlar verilmiştir.
- âyetteki özel vurgunun yanı sıra Resûlullah’ın birçok hadisinden cuma namazının diğer namazlardan daha önemli bir farîza olduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan biri meâlen şöyledir: “Her kim önemsemediği için üç cumayı terk ederse, Allah onun kalbini mühürler” (Ebû Dâvûd, “Salât”, 210; Tirmizî, “Cum‘a”, 7). Hürriyeti kısıtlanmamış, yolculuk halinde olmayan ve geçerli mazereti bulunmayan müslüman erkeklere cuma namazı farzdır. Hastalık, camiye gidemeyecek ölçüde yaşlılık, hasta bakıcılık, hava ve yol durumunun sağlığa zarar verecek ölçüde olumsuz olması, can ve mal güvenliğinin tehlikeye girmesi cuma namazına gitmemeyi meşru kılan mazeretlerdir. Yine fakihlerin birçoğuna göre camiye götürecek kimsesi bulunsa bile âmâya cuma namazı farz değildir. Kendilerine cuma namazı farz olmayan kadınlar ve geçerli mazereti bulunan erkekler camiye gidip bu namazı kıldıkları takdirde ayrıca öğle namazı kılmaları gerekmez. Cuma namazının geçerli olabilmesi için ileri sürülen şartlar özetle şunlardır: 1. Cuma kılınacak yerin şehir veya şehrin civarında bir yerleşim birimi olması, 2. Caminin belli özellikler taşıması, 3. Namazın devlet başkanı veya devlet otoritesinin izin verdiği bir imam tarafından kıldırılması, 4. Belirli sayıda cemaat bulunması, 5. Muayyen vakitte kılınması, 6. Hutbe okunması. Bu namazın müslümanların hayatında özel bir öneme sahip olması sebebiyle ve konuya ilişkin uygulamaların da etkisiyle müctehidler belirtilen hususlarda bazı şartlar ileri sürmüşlerse de zamanla bu görüş ayrılıklarının söz konusu ictihatların asıl amacı dışına çıkarılarak derinleştirildiği bir gerçektir. Esasen vakit ve hutbe şartı ile ilgili önemli bir ihtilaf bulunmamaktadır: Cuma namazının vakti –Hanbelîler’in dışındaki– üç mezhebe göre öğle namazının vaktiyle aynıdır; hutbenin şart olduğunda ise görüş birliği vardır. Diğer şartlara gelince, bunlarla ilgili görüşlerin delilleri ve amaçları dikkate alındığında, küçük veya büyük bir yerleşim biriminde bulunan müslümanların cemaatte belirli bir sayı aranmaksızın ve arkasında namaz kılmaya razı olunan bir imam bulunduğunda cuma namazını kılmalarının gerekli olduğu sonucuna ulaşılabilmektedir.
Cuma namazının iki rek‘at olduğu hususunda İslâm âlimleri arasında görüş birliği vardır. Buna cuma namazının farzı denmektedir. Bu namazı kıldırırken imam, öğle namazından farklı olarak Fâtiha’yı ve zamm-ı sûreyi sesli okur. Resûl-i Ekrem’in cuma günü öğle vaktinde gerek hutbeden önce gerekse anılan iki rek‘at farz namazdan sonra bir miktar nafile namaz kıldığı bilinmektedir. Fakat rek‘at sayıları hakkında farklı rivayetler bulunduğu için bu konuda mezhepler de farklı değerlendirmeler yapmışlardır. Hanefî mezhebince benimsenen uygulama şudur: Hutbeden önce dört rek‘at, farzdan sonra da Ebû Hanîfe’ye göre dört rek‘at, Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Hasan’a göre biri dört diğeri iki olmak üzere toplam altı rek‘at sünnet kılınır. Yukarıda değinilen sıhhat şartlarındaki eksiklik veya eksiklikler sebebiyle kılınan cuma namazının geçerli olmayabileceği ihtimalinden hareketle bazı yerlerde “zuhr-i âhir” adıyla kılınan dört rek‘atlık namazın sünnette ve sahâbe tatbikatında bir dayanağı bulunmamaktadır.
Cuma namazı beş vakte ilâve bir namaz olmayıp cuma günlerinde –yükümlüleri açısından– öğle vaktinin ibadetidir. Bütün İslâm âlimlerine göre, namazla yükümlü olmakla beraber kendisine cuma namazı farz olmayanlar veya farz olup da bu namazı kaçıranlar dört rek‘at öğle namazı kılarlar.
- âyette yer alan buyruk gereğince cuma namazı ile yükümlü olanların cuma namazı için çağrı yapıldığında her işi bırakıp hemen toplu ibadet mahalline yönelmeleri gerekir. Burada “Alışverişi bırakın” buyurulmasını lafızcı bir yaklaşımla yorumlayıp sadece alışverişle meşgul olmanın yasaklandığını söyleyenler bulunmakla beraber âlimlerin çoğunluğuna göre maksat bununla sınırlı olmayıp benzeri işler, hatta namazdan alıkoyan her türlü meşgale de bu kapsamdadır. Râzî bir taraftan alışverişin günlük hayatın en yaygın meşguliyet türü olması diğer taraftan da ticaretle uğraşanların kendilerini kazanma arzusuna kaptırma ihtimalinin daha fazla olması sebebiyle bu örneğin seçilmiş olduğunu belirtir (XXX, 10). Tabii ki –o sırada güvenlik görevi ifa etme gibi– gerekli ve meşru olan meşgaleler bu kapsamda değildir.
Hz. Peygamber ve ilk iki halife zamanında sadece, imam hutbe için minbere çıktığında ezan okunuyordu; üçüncü halife Hz. Osman cuma vaktinin geldiğini haber vermek üzere bir de dış tarafta ezan okutmaya başladı ve bu bütün sahâbîler tarafından uygun görüldü; bu konuda sahâbe icmâı meydana geldi. Bu uygulama öncesinde âyette sözü edilen ve başka işleri terketmeyi gerektiren çağrının ülkemizde “iç ezan” diye bilinen ezan olduğunda şüphe bulunmamakla beraber, bir kısım fakihler Hz. Osman zamanında başlatılan ezanın da icmâ ile sâbit olması ve cuma namazına çağrı niteliği taşıması sebebiyle anılan yasağın artık dış ezanla birlikte başladığını savunmuşlardır. Ezandan namazın tamamlanmasına kadarki süre içinde alışveriş ve benzeri bir işle meşgul olmak yasaklanmış olmakla beraber bu esnada yapılan hukukî muamelelerin geçerli olup olmadığı hususunda fakihler arasında görüş ayrılığı vardır (bilgi için bk. Elmalılı, VII, 4961-4990; Hayreddin Karaman, “Cuma”, DİA, VIII, 85-89).
Âyetin “Allah’ı anmaya koşun” diye çevrilen kısmında “Allah’ı anmak”tan maksadın cuma namazının ayrılmaz bir parçası olan hutbe ile birlikte iki rek‘atlık farz namaz olduğu genellikle ifade edilir. Hatta mezhep imamlarından Ebû Hanîfe buradaki “Allah’ı anma” ifadesine dayanarak, hutbenin rüknünü “Allah’a hamd, O’nu tesbih ve tehlil etmek” şeklinde belirlemiş yani bu şekilde hutbenin asgari gereğinin yerine getirilmiş olacağına hükmetmiştir. Bu arada bazı müfessirler, Hz. Peygamber’i, Hulefâ-yi Râşidîn’i ve takvâ sahibi müminleri övme ve öğüt verme içerikli hutbeler bu kapsamda sayılırsa da bazı zalim yöneticileri övücü ifadelerin “Allah’ı anma” değil “şeytanı anma” olarak nitelenmesi gerektiğini hatırlatırlar. Müfessirlerce genellikle, “koşun” emrinden gerçek anlamda koşma, telâşla yürüme ve hızla gitmenin kastedilmediği belirtilir. Bununla birlikte bazıları bunun “gidiniz” anlamına geldiğini, nitekim bu mânaya gelen bir kıraatin de bulunduğunu savunurken, bazıları kalp ve niyetle yönelme, bazıları da bir aksiyon (amel) gösterme yani işe koyulma mânasında olduğunu söylerler. İbn Atıyye son anlamı açıklarken kalkıp abdest almak, elbisesini giymek, yola çıkmak gibi eylemlerin hepsinin bu kapsamda düşünülmesi gerektiğini kaydeder (bk. Zemahşerî, IV, 98-99; İbn Atıyye, V, 308-309; Şevkânî, V, 261-262; hutbe ve ilgili hükümler hakkında bilgi için bk. Mustafa Baktır, “Hutbe”, DİA, XVIII, 425-428).
- âyette geçen “yeryüzüne dağılınız” anlamındaki buyruk, cuma namazının kılınmasından sonra çalışmaya, dünya işiyle meşgul olmaya dinî bir engel bulunmadığını belirtmektedir. Bu ifadeyle muhtemelen, müslümanların yakın çevrelerinde dinî telakkilerine en fazla muttali oldukları yahudilerin cumartesi gününe ilişkin uygulamaları dolaylı biçimde eleştirilmiş olmaktadır. Zira onlar bir taraftan bu konuda kutsal kitaplarında yer alan ifadeyi yüce Allah’ın kudretini sınırlar ve O’na noksanlık izâfe eder bir biçime dönüştürmüşler (Tekvîn 2/2-3), bir taraftan da ya bu güne ilişkin buyruğa hiç uymama yahut onu çerçevesi dışına taşırıp cumartesiyi abartılı bir yasaklar günü haline getirme şeklinde aşırılıklara gitmişlerdi (bk. Bakara 2/65; A‘râf 7/163-165). Böylece “Yeryüzüne dağılınız” buyurularak, cuma namazı çağrısı üzerine dünya meşgalesini bırakıp hemen toplu ibadet mahalline gitme vecîbesinin yanlış anlaşılması önlenmiş, yasağın namaz süresiyle sınırlı olduğuna açıklık getirilmiştir. İfadenin asıl amacı bu olmakla beraber, buradaki emir ifadesinden ayrıca çalışmaya teşvik anlamı da çıkarılabilir; çünkü âyetin devamında “ve Allah’ın lutfundan nasip arayınız” buyurulmaktadır. Bu da, namaz süresine ilişkin yasağın tembelliğe itici bir sebep olarak algılanmaması için yapılmış bir uyarı olmalıdır. Şu var ki “Bu ifade, –Ehl-i kitaba benzememek için– cuma gününün tatil edilmesinin dinen doğru olmadığını göstermektedir” şeklindeki çıkarıma (bk. Kāsımî, XVI, 164) katılmak mümkün değildir. Zira bilinçli bir tercihle haftalık dinlenme gibi meşrû bir ihtiyacın karşılanmasını bu tür gerekçelerle önlemek de dinden olmayan şeyleri dine mal etme sonucunu doğurur (ayrıca bk. Furkan 25/47; Rûm 30/23; Zâriyât 51/17-18; Nebe’ 78/9). Öte yandan bu âyetin “Allah’ı da çok anın ki kurtuluşa eresiniz” meâlindeki cümlesiyle, gerçek dindarlığa yalnız mâbed içinde ibadet edilmekle ulaşılamayacağına, burada olduğu gibi mabet dışında da Allah’ı anmanın, iş ve ticaret hayatında da O’nun rızâsını gözetmenin önemli olduğuna vurgu yapıldığı dikkatten kaçırılmamalıdır (Emin Işık, “a.g.m”, VIII, 93).
Önemli bir eleştirinin yer aldığı 11. âyette değinilen olayla ilgili olarak kaynaklarda yer alan bilgiler özetle şöyledir: Bir gün Resûlullah cuma hutbesi irat ederken Medine’ye bir ticaret kervanının ulaştığını ilân eden sesler duyuldu. O sıralarda kıtlık olduğu için gıda maddesi getirecek bir kervanın gelmesi dört gözle bekleniyordu. Bu sesleri duyan cemaatin önemli bir kısmı o anda ibadet halinde olduklarını unutup yerlerinden fırladılar ve o tarafa doğru koşmaya başladılar; mescidde sadece on iki kişinin kaldığı rivayet edilir (Buhârî, “Tefsîr”, 62; Tirmizî, “Tefsîr”, 62; Taberî, XXVIII, 103-105; İbn Atıyye, V, 309). Hz. Peygamber’i minberde bu şekilde (ayakta dururken) bırakıp gidenlerin ilk muhacirler ve ensar değil henüz İslâm’ı özümseyememiş yeni müslümanlar olması da muhtemeldir (Derveze, VIII, 233); nitekim bazı rivayetlerde yukarıda belirtilen sayı on ikiden daha yüksektir (bk. Zemahşerî, IV, 99; Râzî, XXX, 10). Onları telâşlandıran asıl âmil, gecikip mal alma fırsatını kaçırma kaygısıydı. Fakat kervanın gelişi o günkü âdetlere göre çalgı aletleriyle ve insanların ona eşlik eden sevinç çığlıklarıyla duyurulduğu için bu koşuşturma aynı zamanda bir şenlik ve eğlence havası da oluşturuyordu. İşte âyette bu sebeple hem ticaret hem eğlence faktörüne değinilmiştir; ama “ona” zamirinin müennes (dişil) olması, yöneldikleri esas şeyin eğlence değil ticaret olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte âyette, ister alışveriş yapma ister şenliğe katılma arzusuyla olsun, böyle önemli bir ibadetin yarım bırakılmasının tasvip edilemeyeceği, hele Hz. Peygamber’i o halde terketmenin asla edebe uygun olmadığı bildirilerek bu olay ışığında ibadet, toplu hareket, mâbed âdâbı ve peygambere saygı konularında daha bilinçli, titiz ve dikkatli olunması gerektiği uyarısı yapılmıştır.
Taberî, bu olayın Resûlullah zamanında birkaç defa tekerrür ettiğine dair bir rivayete yer vermekle beraber bu ihtimali zayıf görür (XXVIII, 104, 105). İbn Âşûr da âyetin “bırakıverirler” şeklinde geniş zaman ifade etmediğine dikkat çeker (XXVIII, 229).
Bütün varlıkların sürekli olarak Allah’ı tesbih ettiği belirtilerek başlayan sûre, rızık verenlerin en hayırlısının Allah olduğu yani bütün varlıkları kapsayan bir görüp gözetmenin de yine O’na mahsus bir sıfat oluşu hatırlatılarak sona ermektedir.