“Minyatür, çok ince işlenmiş küçük boyutlu resimlere ve bu resim sanatına verilen addır.”
Mеhmеt Ruhi Arеl Kimdir (d. 1880 – ö. 14 Ekim1931), rеssam.
Minyatür nedir ve özellikleri nelerdir? Minyatür sanatı nasıl yapılır ve örnekleri hakkında bilgi
Sanatın her dalı birbirinden değerlidir. Geçmişten günümüze birbirinden farklı sanat dalları bulunuyor. Bu sanatlar doğdukları coğrafyadan dünyaya yayılıyor. Minyatür sanatı da en çok ilgi gören sanatlardan bir tanesidir. Minyatür nedir ve özellikleri nelerdir? Tüm ayrıntıları ile sizler için derledik.
Minyatür eski dönemlerde ortaya çıkan ve yazılı eserlerde kullanılan bir sanattır. Minyatür sanatında oldukça ince bir işçiliğin yanı sıra el emeği de ön plana çıkar. Geçmiş yıllardan beri bilinen minyatür sanatı aynı zamanda tarihe de ışık tutar.
Minyatür Sanatı Nedir ve Özellikleri Nelerdir?
Minyatür, küçük boyutlara sahip olan resimlerin çok küçük detaylar ile işlenmesidir. Minyatür geçmişten günümüze en bilinen sanat dallarındandır. Orta Doğu’da doğan minyatür sanatı sonraki yıllarda ise Batı’ya kadar yayılmıştır. Minyatür sanatında oldukça ince bir işçilik ve el emeği bulunur. Minyatür sanatı Batıda minyatür, Doğuda ise nakış olarak bilinir. Bu sanatın amacı ise küçük boyutlu resimlerin ince işçilik ile işlenmesidir.
Osmanlı Devleti’nde de çok fazla kullanılan minyatür Osmanlı’da nakş olarak biliniyor. Dünya genelinde en eski minyatürlere Mısır’da rastlandığı biliniyor. M.Ö. 3. yüzyıl döneminde en eski minyatürler papirüsler üzerine işlenmiştir. Geleneksel Türk sanatlarından birisi olan minyatür sanatının kullanım alanı Osmanlı döneminde de oldukça yaygındı. Ayrıca minyatürü nakş eden kişilere de nakkaş denilmektedir. Minyatür sanatı pek çok alanda ise rahatlıkla kullanılmıştır. Minyatür sanatında resmedilen olaylar ve durumlar da birbirinden farklı olaylara ve yaşantılara ışık tutmuştur. Bu yönü ile minyatür sanatı da diğer sanat dallarından ayrılmaktadır.
Minyatür Sanatı Nasıl Yapılır?
Minyatür sanatının çok ince ayrıntıları bulunur. Dolayısı ile bu sanat büyük bir dikkat gerektirir. Dünyada bilinen ilk minyatürler Mısır’da papirüslerin üzerine işlenmiştir. Geleneksel Türk sanatları arasında yer alan minyatür sanatı Osmanlı döneminde de çok yaygın kullanılıyordu. Ayrıca minyatür sanatı parşömen, kağıt, fildişi, taş ve pek çok nesnenin üzerine işlenebilir. Bu sanatın amacı anlatılmak istenilen şeylerin küçük işlemeler ile anlatılmasıdır.
Bu sanat oldukça detaycılık istemektedir. Bu nedenle mutlaka çok ince ince çalışılması gerekir. Ayrıca minyatür sanatında genellikle yavru kedi kılından yapılan fırçalar kullanılmaktadır. Minyatür sanatında kullanılan boyalar ise topraktan yapılarak kullanılır. Bu boyalar da su ile inceltilir. Boyaların parlak olması için de yumurta sarısı katılır. Osmanlı sarayında yapılan minyatürlere parlaklık kazandırmak için gümüş ve altın tozu da kullanılmıştır. Minyatür sanatı hem göze hem de mantığa hitap etmektedir. Bu yönü ile de önemli sanat dallarından birisidir.
Minyatür Sanatı Örnekleri Hakkında Bilgi
Minyatür sanatı soyut işlemelerin yapıldığı bir sanattır. Özellikle işlemelerin bazıları sanatı yapan kişi hakkında da bilgi verir. Ayrıca minyatürde durumların yanı sıra çeşitli olaylar da resmedilir. Özellikle geçmiş dönemlerde yapılan minyatürler tarihe ışık tutar. Bu minyatürler kültürler hakkında da ayrıntılı bilgi verebilir. Minyatür sanatının en önemli örnekleri Mısır uygarlığında ve Osmanlı Döneminde verilmiştir. Mısır uygarlığında yaşamdan izler taşıyan minyatür sanatı günlük hayat hakkında da tarihe ışık tutmuştur. Doğu kültüründe de yaygın olan minyatür sanatı Osmanlı döneminde ön plana çıkmıştır.
Özellikle saray hayatının ve savaşların resmedildiği minyatür sanatında hem padişahlar hem de yaşanan olaylar ile ilgili de detaylı bilgiler edinilmiş oluyor. Osmanlı döneminde saray sanatı olarak da bilinen minyatür hat ve ebru sanatı ile birlikte bir gelişim göstermiştir. Günümüzde de en fazla kullanılan minyatür sanatları arasında ebru sanatı yer almaktadır. Birbirinden farklı uygarlıklarda görülen minyatür sanatı yapılışı açısından benzer olsa da konuları bakımından tamamen zıtlık taşımaktadır.
1900’dе Bahriyе Mеktеbi’ni bitirdi. 1909’da Sanayi-i Nеfisе’dе, Avrupa’ya öğrеnci göndеrmеk amacıyla açılan sınavı kazanarak Paris’е rеsim öğrеnimi için gitmе hakkını еldе еtti. 1914’tе Birinci Dünya Savaşı başladığında Mеhmеt Ruhi Bеy dе arkadaşları gibi Türkiyе’yе döndü. Sanat yaşamına Akadеmi’dе öğrеtim üyеsi olarak dеvam еtti.
Osmanlı Rеssamlar Cеmiyеti’nin kurucusu idi. Kеman çalar, iyi dеrеcеdе İngilizcе vе Fransızca bilirdi. Birinci Dünya Savaşı sonunda İstanbul’da Envеr Paşa tarafından açılan rеsim atölyеsinе Sami Yеtik, Ali Cеmal, Sami Boyar, Namık İsmail, Hikmеt Cеvat vе İbrahim Çallı ilе birliktе o da dеvam еtmiş, savaşın еtkilеrini dе yansıtan tablolar ürеtmişti.
Minyatür Sanatı
Minyatür çok ince işlenmiş, küçük boyutlu, kendine has boyama tekniği ve anlatım dili olan geleneksel bir resim sanatıdır. El yazması eserlerde konuya açıklık getirmek amacıyla metni desteklemek için uygulanır. Bu sanatı yapan kişilere nakkaş denir.
Tiflis’teki Osmanlı ordusunu gösteren bir minyatür
Minyatür çok ince işlenmiş, küçük boyutlu, kendine has boyama tekniği ve anlatım dili olan geleneksel bir resim sanatıdır. El yazması eserlerde konuya açıklık getirmek amacıyla metni desteklemek için uygulanır. Bu sanatı yapan kişilere nakkaş denir.
Minyatürler, kitaplardaki metinleri görselleştirmek amacıyla kişileri ve olayları tasvir etmek için uygulandığından çok küçük boyutludur. Bu sanatta resim sanatında olduğu gibi ışık-gölge, oran-orantı ve perspektif kuralları (resimdeki nesnelerin konumlarının ve boyutlarının belirlenmesinde resme bakan kişiye olan uzaklıklarının dikkate alınması) çoğunlukla uygulanmaz. Uzaklık, renkle ya da gölge ile ifade edilmez. İnsan figürleri kişilerin önem sırasına göre daha büyük ya da daha ayrıntılı çizilir. Minyatürlerde mimari unsurlar (örneğin binalar, köprüler) için de aynı durum geçerlidir. Minyatürde önemsenen kişi veya yer oran olarak diğer mimari unsurlara göre daha büyük çizilir.
Minyatürde ayrıntı yani detaylar fazladır. Ağaçlar, yapraklar, çiçekler, insan ve hayvan figürleri, iç mekân düzenlemeleri gibi unsurlar tüm ayrıntılarıyla verilir. Renkler gerçeğe bağlı kalmaksızın kullanılır. Örneğin kayalar pembeye, atlar maviye, dağlar ve tepeler eflatun ve sarıya boyanabilir. Kullanılan renkler genellikle canlı ve parlaktır.
Yukarıdaki minyatürde Kanuni Sultan Süleyman, Barbaros Hayrettin Paşa’yı kabul ederken resmedilmiş. Minyatürde padişahın tahtının renklendirilmesinde altın kullanılmış.
Minyatürde altın ve gümüş sıklıkla kullanılır. İnsanların kıyafetlerinde, çeşitli eşyalarda, doğanın resmedildiği bulut ve gökyüzü gibi yerlerde altın, deniz ve akarsularda ise gümüş tercih edilir.
Geçmişte minyatürler tarihî olayları, seferleri, kişileri, sosyal ve kültürel hayatı yansıtırdı. O dönemde yapılan minyatürler kitap sayfası boyutunda ya da daha küçük boyutta ve çoğunlukla dikey biçimde uygulanırdı. Minyatürlerde doğa resmedilmişse ağaçlar, bitkiler, yeryüzü şekilleri gibi unsurlar ayrıntılı ve gerçekçi biçimde anlatılırdı. Eğer minyatürde sultan yer alıyorsa içerik, figürler ve detaylar ön plana çıkarılır, doğa ise arka planda kalırdı.
Minyatür, Doğu ve Batı dünyasında çok eskiden beri bilinen bir resim sanatı türüdür. Minyatürün ilk defa Doğu medeniyetlerinde ortaya çıktığı, daha sonra Batı medeniyetleri tarafından uygulanmaya başlandığı düşünülüyor. Doğu ve Batı minyatürleri biçimsel açıdan hemen hemen benzerdir. Ancak kullanılan renkler ve figürler açısından aralarında farklar vardır. Doğu minyatürlerinin çevresi çoğu kez tezhip (altınla süsleme) olarak isimlendirilen süsleme sanatıyla süslenmiştir.
Geçmişte minyatürde, tezhip sanatında olduğu gibi, bitkilerin kök ve gövdelerinden, çeşitli topraklardan ve metal oksit bileşiklerinden elde edilen boyalar kullanılırdı. Günümüzde ise genellikle sulu boya, guaj boya ve akrilik boya kullanılıyor. Ayrıca altın ve gümüş de tercih edilebiliyor.
Toprak boyalara, altın ve gümüşe yapışkan özellik kazandırmak için Arap zamkı ismi verilen bir madde eklenirdi. Minyatürlerdeki çizgileri çizmek ve ince ayrıntıları göstermek için yavru kedilerin tüylerinden yapılan çok ince fırçalar kullanılırdı. Boyama işi için de farklı kalınlıklarda fırçalar tercih edilirdi.
Minyatür yapılacak kâğıdı hem pürüzsüzleştirmek hem de daha dayanıklı hale getirmek için üzerine çeşitli maddelerden (örneğin nişasta, yumurta akı, Arap zamkı, üstübeç) yapılan ve ahar olarak isimlendirilen bir karışım sürülürdü. Renklere saydamlık kazandırmak için bu yüzeyin üzerine bir kat da altın tozu sürülürdü.
El yazması eserlerde minyatürlerin etrafına halkȃr ya da zerefşân ismi verilen süslemeler yapılırdı. Halkȃr; tezhip, minyatür ve hat eserlerinin etrafını çevreleyen, genellikle altınla yapılan, daha büyük motiflerin kullanıldığı ve motiflerin görece daha seyrek yerleştirildiği, uygulaması görece kolay olan bir süsleme türüdür. Zerefşân ise altın serpilerek yapılan süsleme tekniğindir. Bu süsleme teknikleri daha sade bir görünüme sahiptir, böylece eserin kendisi ön planda yer alırken etrafındaki süsleme ikinci planda kalır.
Geçmişte kitap süsleme sanatı olarak uygulanan minyatür, günümüzde bağımsız bir sanat dalı olarak varlığını sürdürüyor. Aynı zamanda tezhip ve ebru gibi farklı süsleme sanatları ile birlikte de uygulanabiliyor. Günümüzde bilgisayar ortamında tasarlanan minyatürler de var. Bu tür minyatürlerde tasarımın bütün aşamaları (örneğin kompozisyon tasarımı, renklendirme) bilgisayar aracılığıyla gerçekleştiriliyor.
Minyatür Sanatı
Minyatür terimi, genel anlamıyla çok ince işlenmiş küçük boyutlu resimler ve bu türdeki resim sanatları için kullanılmaktadır. Minyatür kelimesinin, Latince “kırmızı ile boyamak” anlamına gelen “miniare” kelimesinden türetilmiş olduğu ve daha sonra Fransızca’ya “miniature” biçiminde geçtiği düşünülmektedir. Osmanlı dönemi kaynaklarına baktığımızda bu terimin yerine “tasvir” veya “nakış” sözcüklerinin tercih edildiği görülmektedir.
Minyatür sanatının en önemli özelliklerinden birisi, anlatılmak istenen konunun eksiksiz olarak aktarılmakta olmasıdır. Bu nedenle minyatür sanatında perspektif kullanılmaz. Uzaklık ve boy, renk veya gölgelerle belirtilmez; minyatürler ışık, gölge, duygu ve Avrupai perspektifi olmayan resimlerdir. Kitabın sayfa oranına uygun, geometrideki “altın dikdörtgen” içinde kendine özgü “dikine” veya “yığma perspektif” denen bir teknikle resimlenirken; boy, kişinin önemine göre artar veya azalır. Bu, kâğıt üzerinde ön planda olanların alt tarafa, geridekilerin ise üst tarafa yerleştirilmesiyle gerçekleşir. Figürler birbirlerini tümü ile kapatmayacak şekilde düzenlenir. Konu mesafe farkı gözetmeksizin en ince ayrıntılara kadar işlenir.
Türk minyatürlerinin kendine özgü bir özelliği, renklerin çoğu kez soyutlama aracı olarak düz, parlak ve gölgelerden arındırılmış olarak kullanılmasıdır. Diğer bir özelliği ise, sayfa kenarlarında İran minyatürlerindeki gibi ağır bir tezhibe yer verilmemesidir. Minyatür sanatında genel olarak tarihî, edebi ve ilmî konular işlenirken; Türkler, çoğunlukla tarihi yansıtmayı tercih etmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşlarını, seferlerini ve şenliklerini anlatan resimli yazmalar, diğer İslam ülkelerindeki örneklerinden ayrı olarak gerçekçi bir üslupla ele alınmışlardır. Türk minyatürlerinin bu özelliği, bizlere yapıldığı dönemin örf ve âdetlerini, gelenek ve göreneklerini, giyim kuşamını olduğu kadar Osmanlı Türk tarihini de takip edebilme imkânı sunarken; bu eserlerin her birine de tarihi birer belge niteliği kazandırmıştır. Görsel sanat zenginliği açısından da İslam kitap sanatında ayrıcalıklı bir yere sahip olan Osmanlı minyatürleri, tarih, sosyoloji, kültür tarihi ve diğer alanlarda yapılan birçok araştırmada yararlanılan görsel belgeleri oluşturmalarının yanı sıra Cumhuriyet sonrası Türk resmine de esin kaynağı olmakla ayrıca değer kazanmaktadır.
Türklerde minyatürün Orta Asya’da Uygurlar döneminde (745-840) ortaya çıktığı düşünülmektedir. Sekizinci yüzyılın ortalarında Turfan bölgesinde Uygur Türklerinin meydana getirdikleri minyatürler daha sonra Türk minyatür sanatının kaynakları olmuştur. Günümüze ulaşan bazı minyatürlü yaprak parçaları, bu dönem minyatürlerinde Mani Dini’nin etkili olduğunu gösterir.
Türkler’in, İslamiyetten önce benimsemiş olduğu dinlerden en başta Manihenizm ve Budizm gelmektedir. Resmin söz kadar etkili olduğuna inanılan Mani dini, resim ve sanatı dinî terbiyenin esası ve vasıtası olarak kabul etmiştir. Dinsel törenlerde öykülerin, resmin önünde görsel malzeme desteği ile anlatılması kalıcılığı sağlamıştır. Gezici derviş, bahşi veya kâtib adı verilen hocalar, güzel söz söyleme sanatı (hitabet), musiki, resim, matematik ve fen bilgilerini en iyi bilen ve öğreten kişilerdir. Halkla iç içe olan bu kişiler, bilgilerini topluma aktarmayı amaç edinmişlerdir. Her devirde geniş coğrafyalara yayılmış olan Türkler, Orta Asya’daki kendi kültürlerini bu ulu kişilerin aracılığı ile gittikleri yerlere taşımışlar, kalıcı izler bırakmıştır.
Uygur Devleti’nin dağılmasından sonra bu hareket devam etmiş ve Selçuklu Türkleri tarafından geliştirilerek ilk İslam minyatürleri oluşturulmuştur. Türklerin Bağdat, Mısır, Suriye gibi diğer ülkelere gelmesiyle ilk Arap minyatürleri görülmeye başlanır. 11. yüzyıldan itibaren Bağdat’tan Anadolu’nun içlerine kadar uzanan çeşitli sanat merkezlerinde yapılmış olan birçok eserde yerel sanat görüşünün yanında Bizans ve Orta Asya resim sanatının etkileri izlenmektedir.
İslam kültüründe ise anıtsal resim sanatı yalnızca Emeviler döneminde, 7. ve 8. asırlarda var olabilmiştir. Bu dönemde fethedilen yeni topraklardaki kadim kültürlerin yüzyıllar boyunca kökleşmiş resim gelenekleriyle temasa geçilmiş, bunun sonucunda da bazı dinî ve sivil yapıların duvarlarına Geç Helenistik ve Sasani sanat geleneklerinin etkisini yansıtan naturalist tarzda resimler ve mozaikler yapılmıştır.
Buna karşın dokuzuncu asırda birtakım değişmeler yaşanmıştır. Kuran-ı Kerim’de resmi yasaklayan herhangi bir ayet olmamasına rağmen dönemin kimi din âlimlerince yapılan hadis yorumları dolayısıyla canlı varlıkların resminin yapılmasının günah olduğu yargısına varılmış ve dolayısıyla bu türdeki tasvirlerin yapılması yasaklanmıştır. Söz konusu dönemden itibaren yapı süslemesi niteliğindeki duvar resimleri ve mozaikler yerlerini kitap süslemelerine bırakmıştır. Abbasiler döneminde ise bu konudaki görüş değişiklikleri dolayısıyla tekrar kitap resimlenmeye başlanmıştır. Bu dönemde antik kaynaklı bilimsel eserlerin çevirileri yapılıyor, bu yoğun çeviri faaliyetleri sırasında bir yandan da kitaplarda yer alan resimler soyutlaştırılarak kopya ediliyordu. Öte yandan, dönemin sevilen edebiyat kitapları tasvirlerle süsleniyor ve bu tasvirlerde gölge oyununu andıran şematik kalıplar kullanılıyordu aittir.
12. yüzyılda ise minyatürün, süslenecek metinle doğrudan doğruya ilgili olması gözetilmeye ve yalnızca dinsel konulu minyatürler değil dindışı minyatürler de yapılmaya başlandı. Baskı makinesinin bulunuşuna kadar Avrupa’da çok güzel ve görkemli minyatürler yapıldı. Bundan sonra minyatür daha çok madalyonların üzerine portre yapmak için kullanıldı. 17. yüzyıldan sonra fildişi üzerine yapılan minyatürler yaygınlaştı. Daha sonra minyatür sanatına karşı ilgi azalmakla birlikte dar bir sanatçı çevresinde geleneksel bir sanat olarak sürdürüldü.
Selçuklular döneminde de minyatüre önem verildi. Selçukluların İran ile ilişkilerine bağlı olarak minyatür sanatı İran etkisinde kaldı. Mevlana’nın resmini yapan Abdüddevle ve başka ünlü minyatür sanatçıları yetişti. Osmanlı Devleti döneminde ise 18. yüzyıla kadar İran ve Selçuklu etkisi sürdü. Fatih döneminde (1451-1481), padişahın resmini de yapmış olan Sinan Bey adlı bir nakkaş, II. Bayezid döneminde (1481-1512) de Baba Nakkaş diye tanınan bir sanatçı yetişti. 16. yüzyılda Reis Haydar diye tanınan Nigarî, Nakşî ve Şah Kulu meşhur olmuştur. Mustafa Çelebi, Selimiyeli Reşid, Süleyman Çelebi ve Levnî, 18. yüzyılın ünlü nakkaşlarıdır.
Bunlardan Levnî, Türk minyatür sanatında bir dönüm noktasıdır. Levnî, geleneksel anlayışın dışına çıkmış ve kendine özgü bir biçim geliştirmiştir. 18.yüzyılın başlarından itibaren Batılılaşma akımı sonucunda, Avrupa resmi kurallarının değerlendirilmesiyle geleneksel teknikle gölgeli boyanan hacimli nesneler ve derinlik kazandırılmış unsurlarla, üç boyutlu tasarımlar ortaya çıkarılmıştır. Aynı asrın sonlarına doğru tutkallı toprak boyanın, guvaş ve suluboya ile yer değiştirmesiyle birlikte yazmalar geleneksel minyatür sanatını sonlandıran tekniklerle resmedilmiştir. Bu dönemde tasvir, kitap sayfalarından duvar ve tuval yüzeylerine taşmıştır. 19. asrın başında ise Osmanlı minyatürü artık önemini yitirmektedir. Bu dönem sanatçıları, geleneklerden kopmaksızın ortaya koydukları eserlerde, Batı etkilerini yeniden yorumlama çabalarıyla, Tanzimat sonrası açılan okullarda başlatılan Batı resmi eğitimiyle yaygınlaşacak olan yeni resim geleneğinin öncüleri olmuşlardır.