Mondrostan Sonra İlk İşgal Edilen Yerler
Mondros’tan sonra İngiltere’nin işgal ettiği yerler = Musul (ilk işgal 3 Kasım 1918)
Mondros’tan sonra Fransa’nın işgal ettiği yerler= Adana, Urfa, Maraş, Antep (Urfa, Maraş, Antep önce İngilizler tarafından işgal edilmiştir.)
Mondros’tan sonra İtalya’nın işgal ettiği yerler= Antalya, Konya
Mondros’tan sonra İtilaf Devletlerinin işgal ettiği yerler= İstanbul (13 Kasım 1918’de gerçekleşen bu işgal, resmi işgal değil.)
Wilson, ‘Yenen devletler yenilen devletlerden toprak almayacaktır.’ demişti. Burada yapılan işgaller Wilson ilkelerine açıkça aykırı düşmüştür.
Mondros Ateşkes Antlaşması (30 Ekim 1918)
Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasından Limni Adası’nın Mondros Limanında imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması, iki taraf arasındaki savaşı sona erdirdi. Mondros Ateşkes Antlaşması; içerdiği hükümler itibariyle bir ateşkesten daha fazlasıydı. İtilaf Devletleri tarafından İstanbul Hükumetine imza ettirilen antlaşmanın özellikle 7. ve 24. Maddeleri Osmanlı Devleti’nin siyasi egemenliğine gölge düşürür durumdaydı. Antlaşmanın 7. Maddesine göre, İtilaf Devletleri kendi güvenliklerini tehlikede gördükleri herhangi bir noktayı işgal edebilecekti. Yine antlaşmanın 24. Maddesine göre İtilaf Devletleri Anadolu’nun doğusundaki altı ilde (bu madde antlaşmanın İngilizce metninde altı Ermeni ili şeklinde yer almıştır) bir karışıklık çıkarsa işgal edeceklerdi. Bu iki madde Anadolu’da ve Osmanlı coğrafyasında yapılmak istenileni açıkça ortaya koyuyordu. İtilaf Devletleri, artık istedikleri yeri bir bahane ile işgal edebilirlerdi. Savaş boyunca desteklerini gördükleri Ermenileri kullanmaya devam etmek amacıyla da 24. maddeyi antlaşmaya eklemişlerdi.
İtilaf Devletleri, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imza edilmesinden bir hafta sonra İstanbul’u işgal ettiler. Bu işgalin ardından İngiltere Musul ve çevresini, Fransa Suriye’yi, İtalya ise Anadolu’nun güney sahillerine asker çıkardı. İzmir başta olmak üzere Batı Anadolu, Rumeli ve Doğu Karadeniz’de Rumlar örgütlenmeye ve çeteler kurup Türklere saldırmaya başladılar. Diğer taraftan Doğu Anadolu’da Erzurum, Van, Bitlis gibi şehirlerle Adana, Maraş, Antep ve Urfa’da Ermeniler örgütlenmeye ve çeteler kurmaya başladılar. 1915’te Türk askerinin ikmal yollarını kesen çeteler kurmak, savaşa gerisindeki bölgelerde Müslüman ahaliye saldırmak, düşmana istihbarat ve lojistik destek vermek gibi suçları işleyenler için çıkarılan Tehcir Kanunu ile başka yerlere göç ettirilen Ermeniler, geri dönüp olaylar çıkarmaya başladılar.
İtilaf Devletleri, zaman ilerledikçe işgal sahalarını genişlettiler. Bu süreçte önemli maden yataklarının olduğu bölgeler, stratejik değeri olan noktalar birer birer işgal edildi. Bu işgal sürecinde bir müddet sonra Maraş, Antep ve Urfa şehirleri İngilizler tarafından işgal edildi.
Mondros Mütarekesi
Mondros Mütarekesi ya da Mondros Ateşkes Antlaşması, I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan mütarekename (mütareke belgesi). Osmanlı İmparatorluğu adına Bahriye Nazırı Rauf Bey tarafından, Limni adasının Mondros Limanı’nda demirli Agamemnon zırhlısında 30 Ekim 1918 akşamı imzalanmıştır. Bu antlaşma ile beraber Osmanlı İmparatorluğu fiilen sona ermiştir.
Mütareke, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkımından sonra kurulan Türkiye’nin çerçevesini çizen ilk uluslararası belge olarak önem taşır. Türk Kurtuluş Savaşı’nın siyasi manifestosu olan Mîsâk-ı Millî Beyannamesinin birinci maddesi, “30 Ekim 1918 tarihli anlaşmanın çizdiği hudutlar dahilinde, dinen, ırkan ve emelen müttehit [birleşik] Osmanlı İslam ekseriyetiyle meskûn bulunan aksamın tamamı, fiilen ve hükmen gayrı kabil-i tecezzi bir küldür [bölünmez bir bütündür].” demek suretiyle, Millî Mücadele’nin hedefi olan ulusal varlığı Mondros Mütarekenamesine gönderme yaparak tanımlar.
Antlaşmanın İmzalanması
Filistin’de İngiliz taarruzu karşısında hezimete uğraması ve 1 Ekim’de Şam’ın düşmesi üzerine, Talat Paşa hükûmeti 5 Ekim 1918’de İngiltere ile ateşkes sağlamak için ABD’nin arabuluculuğuna başvurdu.(Bu arada 29 Eylül’de Bulgaristan ateşkes imzalamış, bu ülkeye giren Fransız ve müttefik ordularının İstanbul’a yönelmesi olasılığı doğmuştu.
8 Ekim’de Talat Paşa kabinesi istifa etti. Eski genelkurmay başkanlarından Ahmet İzzet Paşa’nın 14 Ekim’de kurduğu kabinede, İttihatçı olduğu halde hükûmetin Alman yanlısı savaş politikasına karşı çıkan ve İngiliz dostu olarak tanınan Rauf Bey (Orbay) Bahriye Nazırı oldu. 18 Ekim’de Osmanlı’da esir bulunan İngiliz generali Townsend, Osmanlı’nın ateşkes şartlarını iletmek üzere bir gemiyle gizlice Midilli’ye gönderildi. 24 Ekim’de İngiliz hükûmeti Limni’de bulunan Amiral Calthorpe’a ateşkes görüşmelerini başlatma yetkisini verdi.
Türk hükûmetinin görevlendirdiği Rauf Bey ertesi gün Zafer römorkörüyle Foça’dan Midilli’ye geçti; burada kendisini karşılayan İngiliz kruvazörüyle Limni adasına ulaştı. Müzakerelerde Rauf Bey’e Dışişleri Müsteşarı Reşat Hikmet Bey eşlik etti. 27 Ekim’den itibaren dört gün süren çetin müzakereler sonunda 30 Ekim akşamı anlaşma imzalandı. 1 Kasım sabahından geçerli olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu ile Britanya İmparatorluğu arasında nihai ateşkes ilan edildi.[1]
28 Ekim günü Fransız hükûmeti bir notayla anlaşma görüşmelerine katılma isteğini bildirdiyse de bu talep İngiltere tarafından dikkate alınmadı.(Savaşın bu aşamasında Osmanlı Devleti sadece İngiltere ile fiili çatışma halindeydi.)
Taraflar arasında ateşkes 31 Ekim 1918 günü öğle vakti başlayacaktır.
Resmî anlaşmanın yanı sıra, Amiral Calthorpe’un sözlü açıklamalarını içeren bir mektup da Türk tarafına sunuldu. Bu mektupta, işgal kuvvetlerine Yunan askerinin katılmayacağı ve benzeri taahhütler yer alıyordu.
Bu esnada 24 Ekim’de Almanya’da ihtilal başladı. 3 Kasım’da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Villa Giusti Antlaşması ile savaştan çekildi. 7 Kasım’da Alman imparatoru II. Wilhelm tahttan feragat etti. 11 Kasım’da Compiègne Ormanı’nda imzalanan ateşkes ile Almanya yenilgiyi kabul etti. Aynı gün Avusturya-Macaristan imparatoru I. Karl da tahtını bıraktı.[kaynak belirtilmeli]
Tepkiler
İstanbul kamuoyu anlaşma hükümlerini ağır buldu, ancak genel bir iyimserlikle karşıladı. 1 ve 2 Kasım tarihli İstanbul gazeteleri daha çok İstanbul’da savaş ihtimalinin ortadan kalkmış olduğunu vurguladılar. (Bulgaristan’ı işgal eden İtilaf ordularının o günlerde İstanbul’a yönelik taarruzu bekleniyordu.) Mustafa Kemal Paşa’nın görüşlerini yansıtan Minber gazetesi 1 Kasım’da, “Bir devletin küçülmüş bile olsa her hâlde bir siyasi mevcudiyet ve millî birlik muhafaza ederek böyle bir badireden kurtulabilmiş olması en büyük siyasi başarı sayılmalıdır.” yazıyordu.
Uygulama
13 Kasım 1918’de İtilaf donanmalarına mensup bir filo, Ateşkesin 1. maddesi uyarınca Çanakkale ve İstanbul boğazlarındaki askeri bölgesine girmesini kendi çıkarlarına yönelik bir tehdit sayarak protesto etti. İtalya 22 Mart 1919’da anlaşmanın 7. maddesini gerekçe göstererek tek taraflı olarak Antalya’yı işgal etti. Bu olay, Paris’teki barış konferansında İzmir’deki Yunan işgalinin tanınması, ve Fiume’deki İtalyan hak taleplerinini reddedilmesiyle birlikte İtalya ile İtilaf arasında diplomatik bir krize yol açan etmenlerden biriydi. Nisan ayında İtalya, Fiume üzerindeki hak iddialarının dönemin Birleşik Devletler Başkanı Wilson tarafından reddedilmesinin yol açtığı kriz sebebiyle bir ay süreyle barış konferansını terk etti.
Bu olaylar dışında anlaşmanın ilk altı ayı önemli gerilimler olmadan geçti. İstanbul’daki İtilaf temsilcileri ile Türk hükûmeti arasındaki en ciddi sorunlar, eski İttihat ve Terakki yöneticilerinin savaş ve tehcir suçları nedeniyle yargılanması ve tutuklanması konusundan doğdu.
Anlaşmanın nisbi sessizlik dönemi Mayıs 1919 başlarında sona erdi. Bu tarihte Paris Barış Konferansı, Mondros’ta verilmiş sözlere aykırı olarak, İzmir’in Yunanlarca işgali kararını aldı. Aynı günlerde Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok köşesi İtilaf devletlerince işgal edildi; Kars ve Batum millî şura hükûmetleri İngilizler tarafından dağıtıldı. Aynı günlerde ilan edilmesi beklenen barış antlaşması belirsiz bir geleceğe ertelendi.[kaynak belirtilmeli]
İtilaf devletleri politikasında meydana gelen bu ani değişim, Türk tarihçileri tarafından henüz yeterince incelenmemiş bir konudur.