Sonbahar aylarının sonuna doğru caddelerdeki yerlerini alarak kışın habercileri olan kestaneciler, havaların iyice soğumasıyla birlikte her köşe başında küçük sobalarıyla nostaljik bir görüntü oluşturuyorlar. Kestane, kış gecelerinin vazgeçilmez keyfi, akşam oturmalarının ise lezzeti… Kış mevsimiyle birlikte kurulan sobalar üzerinde kestane hiç eksik olmaz. Cayır cayır yanan sobanın arkasında kestane keyfi yapmadan kış geçirilmez. Kış mevsimiyle birlikte sezonu başlayan kestaneciler köşe başlarında, sokak arlarında, cadde üzerlerinde yerlerini almış vaziyetteler. Keseleriyle, maşalarıyla, üzerine tıngırdattıkları sobalarıyla ve pişirdikleri kestaneleriyle kışın habercisi onlar.
Kartopu oynamak, kardan adam yapmak, kızak kaymak kış mevsiminin vazgeçilmez zevkleri arasında yer alıyor. Herkesin kendi kabuğuna çekildiği bu sakin mevsimde caddeden geçen bozacı sesiyle irkilir insan. “Bozacı geldi! Yok, mu boza isteyen?” Bu sese kestane satıcılarının ocakları üzerinde maşalarıyla vurarak çıkardıkları tıngır tıngır sesi eklenince insanın canı nasıl kestane istemez. Hele caddede kestane satıcıların yanından geçiyorsanız artık kestane almamak için direnemezsiniz. Kış mevsiminin habercisi olarak bilinen kestaneler tezgâhtaki yerini alırken, seyyar satıcılar da sokak başlarında meşe kömüründe pişirdiği kestaneleri vatandaşa sunuyor.
Her yıl Eylül-Ekim aylarında piyasaya çıkan kestaneler, kokusuyla sokaktan geçenleri cezp ediyor. Seyyar satıcılar için önemli bir gelir kaynağı olan kestaneler herkes tarafından yoğun ilgi görüyor. Kestane artık alıcı için de satıcı için de kış geleneği haline geldi. Mevsimle birlikte satıcı kendini sokakta, alıcı ise tezgâhta buluyor. Tezgâhlarda yerini alan kestaneler, şimdiden büyük ilgi görüyor.
“Kestane benim umudum”
Soğuk havaya aldırmadan evlerine ekmek parası götürmenin çabası içinde olan kestaneciler, gece geç saatlere kadar nasiplerini bekliyorlar. “Kestane benim umudum” diyen sokak satıcıları için önemli bir gelir kaynağı olan kestanelere özellikle çocuklar yoğun ilgi gösteriyor.
“Akşamsefası”
Ankara’da kışın sokaklar, caddeler kestane pazarına dönüyor. Caddeler üzerindeki köşe başlarında yerlerini alan kestaneciler, özelikle akşam saatlerinde renkli görüntüler oluşturuyor.
Emek sekizinci cadde üzerinde küçük sobası ve arabasıyla, “ Gel! Kestane geldi. Akşamsefası bunlar. Kış geldi, kestane geldi” diye müşterilerini çağıran satıcı İlhami Karakaş kış aylarının henüz başı olmasına rağmen kestane satışlarının iyi olduğunu ve her geçen gün daha da arttığını söyledi. Her yıl Eylül-Ekim aylarında piyasaya çıkan kestaneye vatandaşların ilgi gösterdiğini belirten Karakaş, kestanenin kilosunu 10 liraya aldığını, alıcıya ise gram şeklinde sunduğunu da sözleri arasına ekledi. Karakaş, fiyatların geçen yıla göre hemen hemen aynı olduğunu, az bir fiyat artışı olduğunu dile getirdi.
100 gr kestaneyi 3 liraya, 200 gram kestaneyi 5 liraya sattığını ifade eden Karakaş, kış mevsimiyle birlikte sezonu başlayan kestanelerin Bursa, Bolu, Kütahya’dan Türkiye’nin dört bir yanına gönderildiğini vurguladı. Kestanenin tezgâhlardaki ilk zamanları olmasına rağmen vatandaşlar tarafından çok tercih edildiğine de değinen Karakaş, “Yaklaşık üç-dört ay kadar kestane satışları devam eder” dedi.
“Mısır bitiyor, kestane başlıyor”
Sezonluk çalıştığını anlatan Karakaş, “ 1995 yılından bu zamana kadar aynı işi yapıyorum. Kestane mevsimi gelmeden önce elimde maşam, önümde önlüğümle mısır satıyordum. Mısır mevsimin sona ermesiyle birlikte maşayı bırakıp, küreği elime aldım. Yani mısır sezonu bitiyor, kestane sezonu başlıyor” şeklinde konuştu.
“Bazen siftah bile yapmıyoruz”
Kestane satıcılarının akşam saatlerini tercih etme sebeplerini ise Karakaş şöyle anlatıyor: “İnşaat firmasında bekçi olarak çalışıyorum. Gündüz çalışmak zorunda olduğum için kestane satışlarımı akşam yapıyorum. Ayrıca akşam saatlerinde zabıtalar da sokaklarda olmuyor. Böylece alıcı da satıcı da rahat oluyor”.
Satışların akşam saat altıda başlayıp saat dokuzda bittiğini belirten Karakaş, “Siftah yapamadığım günlerim de oluyor. Kısmetimde ne varsa onu alıp evimin yolunu tutuyorum. Satışların iyi olduğu vakitlerde günlük kazancım 40 lira oluyor” dedi.
Bir başka kestane satıcısı etrafa yaydığı kestane kokusuyla Bahçelievler yedinci cadde de karşılıyor alıcılarını. Başka illerden getirilen kestaneleri pişirip sattığını anlatan satıcı Selim Aygün, “Sonbahar-kış mevsiminde kısa bir süre kestane satışı yapıyoruz. Kestane tezgâhlarda açılışını 20 lira olarak başlattı. Ama şuan ki fiyatlar zamanla biraz daha artar. Fiyatı pahalı ama bizi kurtarıyor. Çünkü biz kestaneyi çiğ alıyoruz ve pişirip satıyoruz. Bu şekilde olduğu için firesi çok oluyor” dedi.
7’den 70’e herkesin tercihi
Aygün, “Kestane mükemmel bir kış meyvesidir. Herkesin bildiği gibi kestane çiğ olarak yenildiği gibi pişirilerek de yenilebiliyor. Uzmanlar tarafından bünyesi zayıf insanlara kestane tüketmesi öneriliyor. Kansız çocuk ve yaşlı insanlara, varis rahatsızlığı olan kişilere ve sporculara da tavsiye ediliyor. Şifa deposu olması nedeniyle yoldan geçen herkes kestane alıcısı oluyor. Kokusuyla insanları cezp ediyor” diye konuştu.
Kestanenin çabuk bozulduğunu, bu yüzden çok çabuk tüketilmesi gerektiğini, kendisinin de 10 kilo kestaneyi dört günde sattığını ifade eden Aygün, kestaneyi uzun süre saklamanın yöntemlerini de paylaştı. Aygün, “Ağaçtan toplanan kestaneler, soğuk suda bir gün beklemeye bırakılır. Suyunun çıkması için güneşe alınan kestaneler daha sonra kurutulur” diyerek kestanenin nasıl saklanacağını anlattı.
Kış mevsiminin yaklaşmasıyla birlikte köşe başında kurduğu kestane ocağında satış yapmaya başlayan Aygün, satışlarının akşam saatlerinde biraz arttığını ifade ederek , “Sabah saatlerinde kestane satışlarımız durgun ama akşam satışlarımız birazda olsa artıyor” dedi.
“Hem ısınıyoruz hem ısıtıyoruz”
10 yıldır kestane satarak evinin geçimini sağladığını söyleyen iki çocuk babası Aygün, soğukta dışarıda olmanın çok zor olduğunu belirterek “Yazın fındık, ilkbahar geldiğinde nohut satarak geçimimi sağlıyorum. Kış aylarında ise kestane satmaya başlıyorum. Havalar soğudukça satışlarımız da artıyor. Bu nedenle tezgâhlarımız üzerinde ocakta pişirdiğimiz kestanelerden de satıyoruz. Böylece hem biz ısınıyoruz hem de müşterilerimizi ısıtıyoruz” dedi.
Değişmeyen tek şey lezzet
İster sobada, mangal üzerinde, ister ocakta, teflon tavada pişsin hiç fark etmiyor. Tadı, lezzeti kokusuyla kış gecelerinin vazgeçilmez keyfi, hastalıkların ilacı oluyor kestane. Kestane; kış oyunlarının, akşam oturmalarının, yılbaşı gecelerinin daimi arkadaşı olarak kendini kabullendiriyor. Kestanesiz tombala oynaman diyenler için değişmeyen tek lezzet kestane…
Karlı kış günleri | Emre MUŞAZLIOĞLU
Kış mevsimi zahmetlidir. Geleceği gün yaklaştıkça bir eksiğimiz var mı diye düşündürtüp, telaşlanmamıza neden olan ağırlaması zor bir misafir gibidir. Eski zamanlarda yaz mevsimine hazırlıksız yakalanmak diye bir şey yoktu. Herkes boş zamanınca ve bütçesi elverdiğince bu mevsimin nimetlerinden yararlanırdı. Yazlık gazinolar, bahçeler, sinemalar ve plajlar keyfe keder seçenekler olur, sayfiye evi tutabilenlerse yazı sayfiyede geçirirlerdi. Kışa hazırlıksız yakalanmamak içinse epey uğraş vermek ve masraf etmek gerekirdi. Yolların ve ulaşım araçlarının daha yetersiz olduğu yıllarda, günümüze göre daha çok kar yağışının olduğu İstanbul’da ve İstanbul’a tek bağlantısı deniz yolu olan Kadıköy’de çoğu zaman gündelik hayat durma noktasına gelirdi. Hem gıda hem yakacak tedariğinde sıkıntı başlayabilir ve işte o zaman hazırlıksız yakalananlar için kabus günleri başlardı.
KADIKÖY KÖŞKLERİNDE KIŞ HAZIRLIKLARI
Sanatta ve edebiyatta mevsimlerden daha çok ilkbahar ve sonbahara yer verilmiş olsa da, Divan Edebiyatı’nda şitâiye tarzında kasideler vardır. Kış tasviri yapılan şitâiyelerde, soğuk, kar, fırtına gibi doğa olaylarını estetik bir zerafete büründürerek anlatan şairler, kışlık giyecekler, yiyecek ve içecekler, kış hayatı, soğuktan korunma konularına da yer verirlerdi. Divan Edebiyatı eğitimi almış, büyük köşk ve konaklarda yaşayan, saray geleneğinden gelen varlıklı ailelerin kışın yaşadıkları büyük bir sorun bu köşkleri ısıtabilmektir. Henüz kalorifer tesisatının olmadığı yıllarda sayısı yüzlerceyi bulan Kadıköy köşklerinde ve ortalamanın üstü varlıklı ailelerin çok katlı evlerinde kış için mutlaka özel hazırlıklar tamamlanmalıydı. Damı aktarmak, olukları tamir ettirmek sayfiye mevsimi sonunda Kadıköy’de çokça görülen bir faaliyetti. 1930’lu yıllardan günümüze ulaşmış Bahariye’deki kargir bir evin planına baktığınızda evi ısıtabilmenin zorluğunu da hemen anlıyorsunuz: bodrum katında uşak odası olarak adlandırılan küçük bir odayla tuvalet, çamaşırhane ve odun / kömür deposu. İki katta altı oda, bir mutfak, iki tuvalet ve çatı katında hizmetçi odası tabir edilen küçük bir odayla kiler. Köşklerin ve evlerin bazen bahçelerinde bazen bodrum katlarında bulunan odunlukları kış gelmeden mutlaka odun ve kömürle doldurulmalıydı. Maddi imkanı olanlar her sene, havaların soğumasıyla birlikte fiyatları artmaya başlayan yakacakları kış gelmeden alırlardı. Kadıköy’de odun depoları genelde iskele yakınındaki semtlerde olurdu. Kömür satıcılarının ve depolarının bulunduğu bir kaç adres ise günümüz Kadıköy’ünü düşündüğümüzde inanamayacağımız kadar değerli yerlerdedir. 1920’li yıllarda Mühürdar Caddesi üzerinde, hem odun hem kömür satan, ayrıca Alemdağ’da bir kereste fabrikası olan Bauer firması vardır. 1930’larda Moda Caddesi üzerinde Kömürcü Mehmet Cemal’in dükkanı, Rıhtım Caddesi’nde Türk antrasiti satışı yapan Fazıl Zaim’in dükkanı. Hasanpaşa Gazhanesi’nden dağıtımı yapılan kok kömürün siparişini vermek içinse çarşı içinde Muvakkithane Caddesi’nde ve yine Mühürdar Caddesi’nde birer kömür satış noktası vardır. Manavlarda kızılcık, kestane, Trabzon hurması, ayva, lahana; çarşı içindeki dükkan vitrinlerinde yün fanila, yağmurluk, lastik, palto, kürk gibi giyeceklerin görülmeye başlanması ve yaz boyu sayfiyelerde kağıt helva satan Kadıköyün Arnavut satıcılarının keten ve tahin helva satmaya başlaması, yapılması gereken son işin habercisiydi. Yaz başında temizlenip, gazete kağıtlarına sarılarak kaldırılan soba borularını çıkartmak ve sobaları kurmak. Sobalar da cinslerine göre saç, demir ve çini olmak üzere üçe ayrılırdı. Herkes kesesine ve ısıtacağı mekana uygununu seçerdi.
MANGAL: SARAYIN DA YOKSULUN DA ISINMA ARACI
Sobadan da eski olan, yüzyıllarca saraylarda ve konutlarda kullanılan bir ısınma aracı da mangaldır. Büyük ev ve köşklerde gece yatak odalarını ısıtmak için sobada kor halini alan odun ve kömürler mangalın içine konur odaya çıkarılırdı. Oturma odalarını ısıtmak için kullanılan büyük mangalları köşk çalışanları bahçede hazırlardı. Kömür bahçede yakılır ve ateş mangallara doldurulurdu. Mangalın evin içine alınabilecek hale gelmesi için kömürün iyice yanmış hatta küllenmeğe başlamış olması gerekmektedir. Kömürlerin büyük parçaları mangalın dibine yerleştirilir ve ateşin etrafı pek muntazam olarak küllenir. Mangallar odalara getirtildikten bir süre sonra ortada azalan ateş yavaş yavaş karıştırılarak alttaki korlar yukarıya getirilirdi. Mangallar konut içinde sadece ısınma aracı da değillerdir. Üzerinde yemek ısıtılır, su kaynatılır, mısır patlatılır. Hatta ateşin üzerine maşa konup kızdırılır o maşayla saçlara şekil verilirdi. Mangal ayrıca soba kuramayacak kadar yoksul olanların sığındığı bir ısınma aracıdır.
Cahit Uçuk 1938 yılından bir öyküsünde mangala yer verir : “Soba alamadılar. Bütçelerinde ancak mangal yakabilecek kadar ısınmak karşılığı vardı. Dökme bakırdan kırmızı bir mangal aldılar. Mangalın içine ancak ellerini ve gözlerini ısıtacak kadar ateş yakabiliyorlardı.”
YAHYA KEMAL’İN MANGALI
Halit Fahri Ozansoy’un Yahya Kemal’in Altıyol’daki bekar odasını anlattığı satırları okurken hem mangal detayına rastlarız, hem Altıyol’un rüzgarını iliklerimize kadar hissederiz: “..kocaman eski bir evin kocaman bir odasını kiralamıştı…Han gibi geniş odanın her penceresinden rüzgar ıslık çalarak içeriye doluyor ve ortada eşya namına, yalnız duvarın köşesindeki karyola ile pencerelerden birinin önündeki bir ayağı sakat kanepe, bir iskemle, bir de mangal bulunuyordu… Mangalda ise ateş sönmek üzere. Son kıvılcımlar ölü yıldızlar gibi pırıldıyor, vakıa edebiyattan konuşuyoruz amma, dişlerimiz de çatırdıyor!”
KADIKÖY’DE YAŞANAN KÖMÜR SIKINTISI
Pencere pervazlarına gazete kağıtları yapıştırılmış, kapı altlarına keçe çakılmış bekar odaları ya da yoksul hanelerinde, sert kışlarda pek fayda etmeyecek olan ama geçici bir çözüm sunan gaz sobalarına da rastlanırdı. Mütareke yıllarının zor şartlarında aylarca maaş alamadan Kadıköy’de öğretmenlik yapan Halit Fahri Ozansoy’un yaşadığı pansiyon dairesinde bir gaz sobası vardır. Şair Kadıköy’deki o zor kış günlerinden şöyle bir ayrıntı verir : “Oturduğumuz pansiyonun ihtiyar matmazeli Liza da çok iyi kadındı…Çok soğuk ve karlı bir kış esnasında hastalandığım zaman kendi namına bakkaldan bir teneke gaz almıştı. Gaz sobam bu sayede hastalığımda beni soğuk odada donmaktan kurtarmıştı.” Bu zorlu mütareke yıllarında itilaf devletlerinin Zonguldak kömürleri dağıtımını tekellerine almaları yakacak kömür sıkıntısı doğurmuştu. Kadıköy’de bir çok köşk kullanım dışı kalmıştı. Kadıköylüler için büyük bir sorun da kömür sıkıntısı nedeniyle vapur seferlerinin azalması ve vapurların buz gibi soğuk olmasıydı. Kadıköylüler benzer sıkıntıları II.Dünya Savaşı’nın zor ekonomik şartları altında da yaşayacaktı. Etibank’a ait Kadıköy’deki kömür deposu zaman zaman ihtiyacı karşılayamayacak ve Zonguldak’tan Kadıköy’e kömür getirecek olan Suvat vapuru gözlenir olacaktı. 1941 yılında savaşın ekonomik sıkıntılarını yaşayan ülkelerden Bulgaristan, ülkemizden yaptığı ithalatın karşılığını ödeme zorluğu yaşayınca, alacaklarımızın bir bölümü mangal kömürü olarak tahsis edilir. Bulgar mangal kömürü İstanbul yakasında satılırken, Şile ve Ağva’nın mangal kömürleri de Haydarpaşa Limanı’na tüm Kadıköy’e yetecek kadar nakledilmeye başlanır.
Geçen yüzyılın büyük kar fırtınalarında, örneğin 1920, 29 ve 36’da kapanan yollar ve demiryolları, işlemez hale gelen vapurlar Kadıköy’ü günlerce yalnızlığa itmişti. Civar bostanlardan at arabalarıyla, İmralı adasından, Kartal ve ötesi yerlerden mavnalarla gelen sebzelerin nakli uzun günler dururdu. Kadıköy’ün et ve sakatat ihtiyacı da Pendik, İzmit, Adapazarı ve Bostancı’dan karşılanırdı. Kesilen etler önce Tophane mezbahasına gönderilip muayeneden geçirilir ve aldığı izin sonrası tekrar Kadıköy’e satış için geri getirilirdi. Bu etler Kartal ve ötesinden trenle Haydarpaşa’ya gelip Tophane’ye gönderilir, Bostancı’dan kamyon ya da at arabasıyla Kadıköy İskelesi’ne nakledilip oradan Tophane’ye gönderilirdi. Kapalı yollar ve elverişsiz hava ve deniz ulaşımı yüzünden bu tarihlerde Kadıköy’e çok uzun süre et gelmediği de bilinir.
KIŞ YANGINLARI
1940’ların sonunda linyit kömürünün yaygın kullanılmaya başlamasıyla yeni bir tehlike başlamıştı. Soba boruları ve bacaları sık sık temizlenmediği takdirde linyit kullanan sobaların bacaları tutuşup yangına sebebiyet verebiliyordu. Uzun yıllar mangal ateşinden sıçrayan kıvılcımlar yüzünden çıkan kış yangınlarından sonra bu tehlike karşısında Belediye bazı tedbirler alıp özel hükümler koymuştu. Uzun süren karlı günlerin bir diğer sıkıntısı Kadıköy sokaklarına girmeyen çöp arabaları, dolayısıyla toplanmayan çöpler olurdu. Genelde büyük kar fırtınalarının Kadıköy’de lodosla sonlanması çok iyi olurdu. Lodosun getirdiği yağmur hem eriyen karların çamurunu hem sokaklarda sağa sola saçılmış çöpleri temizler, alır götürürdü. Yaşanan tüm sıkıntı ve tehlikelerin ötesinde, karlı günleri eğlenceye çevirenler yine çocuklar oluyordu. 1930’lu yıllarda Kadıköy ilçe merkezinde Kızıltoprak, Yeldeğirmeni ve Moda’yla birlikte okullarda bin civarı öğrenci var. Okullar kardan dolayı tatil edildiğinde ya da kış tatili döneminde karlı günler olduğunda çocuklar gaz sandıklarının tahtalarından yaptıkları kızaklarla kayarlardı.
Günümüzde eski zamanlardaki kadar şiddetli soğuklar, günlerce devam eden yoğun kar yağışları kalmadı. Kışın şehre inen kurt hikayeleri de pek anlatılmıyor. Yakacak ve yiyecek tedariğindeki sıkıntılar yüz yıl öncesinden farklı şekillerde de olsa maalesef bugün yine var. Ragıp Akyavaş’ın İstanbul Yazıları’nda naklettiği bir Kadıköy hikayesiyle bu kış yazısını sonlandıralım: Bizim Kadıköyü’nün de her yıl tekerrür eden klasik bir kurt hikayesi vardır. Hiç değişmez. Çocukluğumdan beri dinlerim. Her sene kış basınca Kuşdili’nde ve hem de hikmet-i Hüda Mahmut Baba türbesinin önünde bir simitçiyi Uzunçayır’dan gelen kurtlar yaralar, yahut gazeteciler oturdukları yerden radar aletleriyle kurtları sevk ve idare edip simitçiyi paralatırlar. Neden simitçi de bozacı değil ? Orasını bilmem değişmez kaide budur… Fakat tuhaf değil mi, Uzunçayırlı kurtlar o kart simitçiyi yerler de İstavri’nin fırınında pişmiş mis gibi susam kokulu taze simitleri olduğu gibi bırakırlar! Bu sene hamdolsun henüz bir siftah yok ama eli kulağındadır. Kurtlar yollarını veya huylarını değiştirmiş de olabilirler. Belki de simitçiler akıllanıp Kuşdili’nden geçmez oldular !..