Aldığımız her nefes
Atmosfer, gezegenimizin etrafını saran ve değişken yoğunluklardaki gazların oluşturduğu katmanlar halinde sınıflandırdığımız bir gaz kütlesidir. En ince ve en alttaki (yer seviyesi) katman troposfer olarak adlandırılır. Bitki ve hayvanların yaşadığı ve hava durumu modellerinin gerçekleştiği yer burasıdır. Yüksekliği kutuplarda yaklaşık 7 kilometreye, ekvatorda ise 17 kilometreye ulaşır.
Atmosferin geri kalanı gibi, troposfer de dinamiktir. Yüksekliğe bağlı olarak, hava farklı yoğunluğa ve farklı kimyasal bileşime sahiptir. Hava, sürekli olarak yerkürenin etrafında hareket ederek okyanuslardan ve engin arazilerden geçer. Rüzgarlar; bakteri, virüs, tohum ve istilacı türleri içeren küçük organizmaları yeni yerlere taşıyabilir.
Hava neden oluşur?
Kuru hava yaklaşık %78 azot, %21 oksijen ve %1 argondan oluşur. Havada ayrıca troposferin %0,1 ila %4’ünü su buharı oluşturur. Sıcak hava genellikle soğuk havaya göre daha fazla su buharı içerir.
Hava ayrıca, aralarında karbondioksit ve metanın da bulunduğu, atmosferde çok az miktarlarda , bulunan eser gazlar olarak bilinen başka gazlar da içerir. Bu küçük oranlardaki gazların atmosferdeki konsantrasyonları genellikle milyonda bir birim (ppm) olarak ölçülür. Örneğin atmosferdeki en önemli ve en yüksek miktarda bulunan eser gazlardan biri olan karbondioksit konsantrasyonlarının 2011 yılında yaklaşık 391 ppm, diğer bir deyişle %0,0391 olduğu ölçülmüştür (atmosferik konsantrasyonlarda AÇA göstergesi).
Buna ek olarak, hem doğal hem de insan yapımı kaynaklardan atmosfere salınan binlerce başka gaz ve partikül (kurum ve metaller dahil) bulunur.
Troposferdeki hava bileşimi sürekli olarak değişir. Havadaki bazı maddeler oldukça reaktiftir; bir başka deyişle, yenilerini oluşturmak üzere başka maddelerle etkileşime geçme eğilimleri yüksektir. Bu maddelerden bazıları başka maddelerle tepkimeye girdiği zaman, sağlığımız ve çevre için zararlı “ikincil” kirleticileri meydana getirebilirler. Güneş ısısı dahil olmak üzere, ısı genellikle kimyasal tepkime süreçlerini kolaylaştıran veya tetikleyen bir katalizördür.
(c) Stephen Mynhardt, ImaginAIR/EEA
Hava kirliliği nedir?
Havadaki her madde kirletici sayılmaz. Genel olarak hava kirliliği, atmosferdeki belirli kirleticilerin insan sağlığı, çevre ve kültürel mirasımızı (binalar, anıtlar ve malzemeler) olumsuz şekilde etkileyen seviyelerde varlığı olarak tanımlanır. Mevzuat bağlamında, yalnızca insan yapımı kaynaklardan gelen kirlilik dikkate alınmakla birlikte, kirlilik, başka bağlamlarda daha kapsamlı bir şekilde de tanımlanabilir.
Hava kirleticilerin tümü insan yapımı kaynaklardan gelmez. Yanardağ patlamaları, orman yangınları ve kum fırtınaları gibi birçok doğa olayı, atmosfere hava kirleticileri salar. Toz zerrecikleri, rüzgar ve bulutlara bağlı olarak oldukça uzağa gidebilir. İster insan yapımı, ister doğal olsun, bu maddeler atmosferde bulunduklarında kimyasal tepkimelerde yer alabilir ve hava kirliliğine katkıda bulunabilir. Açık bir gökyüzü ve yüksek görüş mesafesi ise, havanın temiz olduğu anlamına gelmeyebilir.
Son yıllardaki önemli iyileşmelere rağmen, Avrupa’daki hava kirliliği, sağlığımıza ve çevreye zarar vermeye devam ediyor. Özellikle, partikül maddeden kaynaklanan kirlilik ve ozondan kaynaklanan kirlilik, Avrupa vatandaşları için ciddi sağlık riskleri oluşturmakta, yaşam kalitesini etkilemekte ve ortalama yaşam süresini azaltmaktadır. Ancak, farklı kirleticilerin kaynakları ve etkileri farklıdır. Bu nedenle, başlıca kirleticilere daha yakından bakmak faydalı olacaktır.
Küçük partiküller havada uçuşunca
Partikül madde (PM), Avrupa’da insan sağlığına en büyük zararı veren hava kirleticidir. PM’yi, havada yüzebilecek kadar hafif partiküller olarak düşünün. Bu partiküllerin bazıları o kadar küçüktür ki (bir insan saçının çapının otuzda biri ila beşte biri kadar), akciğerlerimizin derinlerine girmekle kalmaz, aynı zamanda tıpkı oksijen gibi kan dolaşımımıza da girerler.
Bazı partiküller atmosfere doğrudan salınır. Geri kalanlar ise, öncül gazları, yani sülfür dioksit, nitrojen oksit, amonyak ve uçucu organik bileşikleri içeren kimyasal tepkimelerin bir sonucu olarak ortaya çıkar.
Bu partiküller farklı kimyasal bileşenlerden oluşabilir ve sağlığımıza ve çevreye olan etkileri bileşimlerine bağlıdır. Arsenik, kadmiyum, cıva ve nikel gibi bazı ağır metaller de partikül maddede bulunabilir.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından yakın zamanda yapılan bir çalışma, ince partikül kirliliğinin (PM2,5 PM2,5, yani çapı en fazla 2,5 mikron olan partikül madde) önceki tahminlere göre daha büyük bir sağlık sorunu olabileceğini gösteriyor. WHO’nun “Review of evidence on health aspects of air pollution” (Hava kirliliğinin sağlık üzerine etkilerine dair kanıtların incelenmesi) başlıklı incelemesine göre, ince partiküllere uzun süre maruz kalmak ateroskleroz, istenmeyen doğum sonuçları ve çocuk solunum hastalıklarını tetikleyebilir. Çalışma ayrıca, PM2,5 ile sinirsel gelişim, bilişsel fonksiyon ve diyabet arasında muhtemel bir bağlantıyı öne sürüyor ve PM2,5 ile kalp-damar ve solunumla ilgili ölümler arasındaki nedensel bağlantıyı güçlendiriyor.
Kimyasal bileşimlerine bağlı olarak, partiküller ayrıca gezegeni ısıtarak veya soğutarak küresel iklimi de etkileyebilir. Örneğin, çoğunlukla ince partiküllerde (çapı 2,5 mikrondan küçük) bulunan kurumun yaygın bileşenlerinden biri olan siyah karbon, hem fosil yakıtların hem de odun benzeri maddelerin tam olarak yanmamasından kaynaklanır. Kentsel alanlarda siyah karbon emisyonları, özellikle dizel motorlardan olmak üzere, çoğunlukla yol taşımacılığından kaynaklanır. Sağlık etkilerinin yanı sıra, partikül madde halindeki siyah karbon, güneşin ısısını emip atmosferi ısıtarak iklim değişikliğine de katkıda bulunur.
(c) Andrzej Bochenski, ImaginAIR/EEA
Ozon: Üç oksijen atomu bir araya geldiğinde
Ozon, oksijenin üç oksijen atomundan oluşan özel ve oldukça reaktif bir biçimidir. Atmosferin üst katmanlarından biri olan stratosferde, ozon bizi güneşin tehlikeli morötesi ışınlarından korur. Ancak atmosferin en alt katmanı olan troposferde, ozon aslında insan sağlığına ve doğaya zarar veren önemli bir kirleticidir.
Yer seviyesindeki ozon, nitrojen oksit ve metan olmayan uçucu organik bileşikler gibi öncül gazlar arasındaki karmaşık kimyasal tepkimelerin bir sonucu olarak oluşur. Metan ve karbonmonoksit de ozonun oluşumunda bir rol oynar.
Ozon güçlü ve agresiftir. Yüksek seviyelerdeki ozon, malzemeleri, binaları ve canlı dokuyu aşındırır. Bitkilerin fotosentez yapma yeteneğini azaltır ve karbondioksit alımlarını zorlaştırır. Ayrıca bitki üremesi ve büyümesine de zarar vererek, ürün verimini ve ormanların büyümesini azaltır. İnsan vücudunda ise akciğerler ve bronşlarda iltihaplanmaya neden olur.
Ozona maruz kalınca, vücudumuz onun akciğerlerimize girmesini önlemeye çalışır. Bu refleks, soluduğumuz oksijen miktarını azaltır. Her nefeste daha az oksijen solumak, kalbimizin daha fazla çalışmasına neden olur. Bu nedenle, zaten kalp-damar hastalıkları veya astım gibi solunum hastalıklarıolanlar için yüksek ozon içeren ortamlar, güçten düşürücü ve hatta ölümcül olabilir.
Karışımda başka neler var?
Ozon ve PM, Avrupa’daki endişe konusu tek hava kirleticiler değildir. Otomobillerimiz, kamyonlarımız, enerji santrallerimiz ve diğer endüstriyel tesislerin tümü de enerjiye ihtiyaç duyar. Hemen hemen tüm araçlar ve tesisler, bir yakıt türü kullanır ve enerji elde etmek için bunu yakar.
Yakıtın yanması genellikle, atmosferimizde en çok bulunan azotu içeren birçok maddenin biçimini değiştirir. Azot oksijenle tepkimeye girdiğinde, havada nitrojen oksitler oluşur (nitrojen dioksit NO2 dahil). Azot hidrojen atomlarıyla tepkimeye girdiğinde, insan sağlığı ve doğa üzerinde ciddi olumsuz etkilere sahip bir başka hava kirletici olan amonyağı (NH3) oluşturur.
Aslında yanma süreçleri, sülfür dioksit ve benzenden karbonmonoksit ve ağır metallere kadar bir çok farklı hava kirleticisinin salınmasına neden olur. Bu kirleticilerden bazıları, insan sağlığı üzerinde kısa vadede etkiler gösterir. Bazı ağır metalleri ve kalıcı organik kirleticileri içeren diğerleri ise, çevrede birikir. Bu da, onların gıda zincirimize girebilmesini ve sofralarımıza kadar gelebilmesini sağlar.
Benzen gibi kirleticiler ise, hücrelerin genetik maddesine zarar verebilir ve uzun süre maruz kalınması durumunda kansere yol açabilir. Benzen, petrolde bir katkı maddesi olarak kullanıldığı için, Avrupa’daki atmosfere salınan benzenin yaklaşık %80’i araçların kullandığı yakıtın yanmasından kaynaklanır.
Kansere neden olduğu bilinen bir başka kirletici olan benzo(a)piren (BaP), esasen konutlardaki sobalarda odun veya kömürün yanmasıyla salınır. Bir başka BaP kaynağı da özellikle dizel taşıtlardan olmak üzere, otomobillerin egzoz dumanıdır. Kansere neden olmasına ek olarak, BaP ayrıca gözleri, burnu, boğazı ve solunum borularını tahriş edebilir. BaP genellikle ince partiküllerin içinde bulunur.
İnsan sağlığı üzerindeki etkileri ölçmek
Hava kirliliği herkesi etkilemekle birlikte, herkesi aynı ölçüde ve aynı şekilde etkilemez. Daha yoğun nüfus nedeniyle, kentsel alanlarda daha fazla insan hava kirliliğine maruz kalır. Kalp-damar ve solunum rahatsızlıklarından yakınanlar, reaktif hava yolları ve hava yolu alerjileri bulunan kişiler, yaşlılar ve bebekler gibi bazı gruplar daha hassastır.
“Hava kirliliği, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki herkesi benzer şekilde etkiler,” diyor Dünya Sağlık Örgütü’nün Avrupa Bölgesel Ofisi’nden Marie-Eve Héroux. “Avrupa’da bile hala, hava kalitesi yönergelerimizdeki önerilerimizi aşan seviyelere maruz kalan yüksek oranda bir nüfus söz konusudur.”
Hava kirliliğinin sağlığımız ve çevrede neden olduğu hasarın tam boyutunu ölçmek kolay değildir. Ancak, çeşitli sektörleri veya kirlilik kaynaklarını temel alan birçok çalışma bulunuyor.
Fon ortağı Avrupa Komisyonu olanAphekom projesine göre, Avrupa’daki hava kirliliği, bir kişinin tahmini yaşam süresinde yaklaşık 8,6 aylık bir azalmaya neden olmaktadır.
Bazı ekonomik modeller hava kirliliğinin maliyetini ölçmek için kullanılabilir. Bu modeller genellikle hava kirliliğinin neden olduğu sağlık giderlerinin (üretkenlik kaybı, ek sağlık giderleri, vb.) yanı sıra, ürün verimindeki düşüşten ve bazı malzemelerdeki hasarın maliyetini de içerir. Ancak bu tür modeller, hava kirliliğinin toplumda neden olduğu tüm hasar maliyetini içermez.
Buna rağmen, bu tür maliyet ölçümleri sınırlamaları dahilinde bile hasarın büyüklüğüne dair bir gösterge sağlar. Avrupa genelinde yaklaşık 10.000 endüstriyel tesis, atmosfere yaydıkları çeşitli kirleticilerin miktarlarını European Pollutant Release and Transfer Register’a (E-PRTR – Avrupa Kirletici Salınımı ve Aktarımı Kaydı) bildirmektedir. Kamuya açık bu verileri temel alan AÇA, 2009 yılında Avrupa’daki en kirletici 10.000 tesisten kaynaklanan hava kirliliğinin, Avrupalılara 102 ila 169 milyar Euro’ya mal olduğunu hesaplamıştır. Önemli bir diğer nokta da, yalnızca 191 tesisin, toplam hasar maliyetinin yarısından sorumlu olmasıdır.
Hava kalitesinin artmasıyla elde edilebilecek muhtemel kazançları öngören çalışmalar da bulunuyor. Örneğin Aphekom çalışmasında, yıllık ortalama PM2,5 seviyelerinin Dünya Sağlık Örgütü kılavuz seviyeleri yönünde azaltılmasının, yaşam beklentisinde somut avantajlarla sonuçlanacağı öngörülüyor. Sadece bu hedefin gerçekleştirilmesinin, Bükreş’te kişi başına ortalama 22 aydan ve Budapeşte’de 19 aydan, Malaga’da 2 aya ve Dublin’de yarım aydan daha az bir süreye kadar değişen muhtemel kazanımla sonuçlanması bekleniyor.
Azotun doğaya etkileri
Hava kirliliğinden etkilenen yalnızca insan sağlığı değildir. Farklı hava kirleticilerin çok çeşitli ekosistemler üzerinde farklı etkileri bulunur. Ancak aşırı azot, belirli riskler oluşturur.
Azot, bitkilerin sağlıklı büyümek ve yaşamak için ihtiyaç duyduğu, çevrede bulunan en önemli besin maddelerinden biridir. Suda çözünebilir ve ardından bitkiler tarafından kök sistemleri yoluyla emilir. Bitkiler, büyük miktarlarda azot kullandığı ve topraktaki mevcut miktarları tükettiği için, çiftçiler ve bahçıvanlar genellikle üretimi artırmak üzere toprağa azot içeren besin maddeleri eklemek için gübre kullanır.
Havada taşınan azotun da benzer bir etkisi vardır. Bu fazladan azot su kütleleri ve toprakta biriktiğinde, sınırlı miktarlarda besin maddesinin bulunduğu ‘hassas ekosistemler’ olarak adlandırılan, benzersiz bitki ve hayvanlara sahip ekosistemlerde yaşayan belirli türlerin avantajına olacak şekilde çalışabilir. Bu ekosistemlerde aşırı besin maddesi tedariki, türler arasındaki dengeyi tamamen değiştirerek, etkilenen bölgede biyolojik çeşitlilik kaybına yol açabilir. Tatlı su ve kıyıdaki ekosistemlerde, yosunların çoğalmasına da yol açabilir.
Ekosistemlerin aşırı azot birikimine yanıtı, ötrofikasyon olarak bilinir. Son yirmi yılda, AB içinde ötrofikasyondan etkilenen hassas ekosistem alanı yalnızca çok hafif bir azalma göstermiştir. Günümüzde, hassas ekosistemler olarak tanımlanan toplam alanın neredeyse yarısının ötrofikasyon riski altında olduğu tahmin ediliyor.
Azot bileşikleri ayrıca, tatlı su veya orman topraklarının asitleşmesine katkıda bulunarak bu ekosistemlere bağımlı türleri etkiler. Ötrofikasyonun etkilerine benzer olarak yeni yaşam koşulları, diğerlerinin zararına olacak şekilde bazı türlerin yararına olabilir.
AB, öncelikle sülfür dioksit emisyonlarındaki güçlü azalma sayesinde, asitleşmenin etkilediği hassas ekosistem alanını önemli ölçüde azaltmayı başarmıştır. AB’deki yalnızca birkaç sıcak nokta alanı, özellikle Hollanda ve Almanya’da, asitleşme sorunlarıyla karşı karşıyadır.
(c) Leona Matoušková, ImaginAIR/EEA
“Çek Cumhuriyeti’nin kuzey kısmında bulunan Jizerske hory Dağları Sit Alanı, geçmişte şiddetli hava kirliliği nedeniyle “Kara Üçgen” olarak bilinen bölgeye aittir.”
Leona Matoušková, ÇekCumhuriyeti
Sınır tanımayan kirlilik
Bazı bölgeler ve ülkeler, kamu sağlığı veya çevre üzerindeki etkilerini diğerlerinden daha şiddetli yaşayabilmekle birlikte, hava kirliliği küresel bir sorundur.
Küresel rüzgarlar, hava kirleticilerin dünya genelinde hareket etmesini sağlar. Hava kirleticilerin ve bunların öncülerinin Avrupa’da bulunan bir kısmı, Asya ve Kuzey Amerika’dan salınmıştır. Benzer şekilde, Avrupa’da havaya salınan kirleticilerin bir bölümü başka bölgelere ve kıtalara taşınır.
Aynı durum daha küçük bir ölçekte de geçerlidir. Kentsel alanlardaki hava kalitesi genellikle, çevredeki kırsal alanlardaki hava kalitesinden etkilenir ve bunun tam tersi de geçerlidir.
“İster kapalı mekanlarda ister açık havada olalım, sürekli nefes alıyor ve hava kirliliğine maruz kalıyoruz,” diyor Hollanda Ulusal Kamu Sağlığı ve Çevre Enstitüsü’nden (RIVM) Erik Lebret. “Gittiğimiz her yerde, zaman zaman sağlık üzerinde olumsuz etkilere yol açmasını bekleyebileceğiniz seviyelerde bir dizi kirleticiyle kirlenen havayı soluyoruz. Ne yazık ki, tam anlamıyla temiz hava soluyabileceğimiz hiçbir yer yok.’
Atmosfer
Atmosfer veya gaz yuvarı, herhangi bir gök cisminin etrafını saran ve gaz ile buhardan oluşan tabaka.
Yer çekimi sayesinde tutulan atmosfer, büyük ölçüde gezegenin iç katmanlarından kaynaklanan gazların yanardağ etkinliği ile yüzeye çıkması sonucu oluşmakla birlikte, gezegenin tarihi boyunca Dünya dışı kaynaklardan da beslenmiş ve etkilenmiştir. Dünya’nın atmosferi, basınç ve yoğunluk açısından diğer yer benzeri gezegenlerden Mars’a göre yaklaşık 100 kat daha büyük, Venüs’e göre ise yaklaşık 100 kat daha küçük bir gaz kütlesini ifade eder. Ancak bileşim açısından bu iki gezegenin atmosferlerinden çok farklı olduğu gibi, Güneş Sistemi içinde de eşsizdir.
Atmosfer basıncı[değiştir | kaynağı değiştir]
Atmosfer basıncı havanın ağırlığının bir sonucudur. Dolayısıyla yere ve zamana göre değişir. Atmosfer basıncı 5 km’de yaklaşık %50 azalır. Yer çekimi nedeniyle bu gaz kütlesinin bir ağırlığı vardır ve gezegen yüzeyine doğru alçaldıkça artan bir basınç yaratır. Basınç, normal atmosferde, 0 °C’de, 760 mm’lik bir cıva sütununun yarattığı basınca eşittir.
Atmosferin toplam kütlesinin yaklaşık 5,1×1015 ton olduğu sanılmaktadır; bu da Dünya’nın toplam kütlesinin milyonda birinden daha azdır.
Bileşimi
Atmosfer renksiz, kokusuz, tatsız, çok hızlı hareket edebilen, akışkan, elastik, sıkıştırılabilir, sonsuz genleşmeye sahip ısı geçirgenliği zayıf ve titreşimleri belli bir hızda ileten bir yapıya sahiptir. Tam olarak yüksekliği saptanamamıştır. “Homojen atmosfer” olarak isimlendirilen ve yoğunluğun hemen hemen aynı olduğu alt bölümün yüksekliği 8 km civarındadır. Bu seviyeden sonra yoğunluk yükseklikle azalır ve seyrek gaz kütleleri şekline dönüşerek uzay boşluğuna kadar uzanır ki bu bölge de “heterojen atmosfer” olarak isimlendirilir.
Belirgin olan bir şey; atmosferin üst seviyesinin 30 km civarında son bulduğudur. Bu seviyeden sonra da hava bulunduğunu söylemek doğrudur fakat bu bölümün meteoroloji ile bir ilişkisi yoktur. Şöyle ki 80 km yukarıda Güneş ışınlarını yansıtabilecek kadar hava, 300 km yukarıda meteorların atmosfere girişinde sürtünme nedeniyle ışık verebilmesi ve hatta 600 km yukarıda aurora’ların gözlenmesi buralarda da az da olsa atmosferin olduğu yönünde ipuçları vermektedir. Atmosferin yeryüzüne yakın katmanlarının yüzde 78’i azot, yüzde 21’i de oksijenden oluşur. Yüzde 1’i ise su buharı, argon, karbondioksit, neon, helyum, metan, kripton, hidrojen, ozon ve ksenon elementlerinden oluşur. Bunlara toz ve duman gibi maddeler de katılır.
100 km yükseğe kadar azot-oksijen oranında önemli bir değişiklik olmaz, yalnızca 20–30 km arasındaki yüksekliklerde bir ozon yoğunlaşması gözlenir. Bu ozon katmanının önemli bir işlevi vardır. Çünkü Güneş’ten gelen morötesi ışınların büyük bir bölümü bu katman tarafından süzülür. Ama buradaki ozon hem miktar, hem de yüzde olarak çok fazla değildir.
100 km’nin üzerinde hızlı bir sıcaklık düşmesi gözlenir. Buradaki gazlar artık çok ince katmanlar biçimindedir. Daha çok da hafif gazlar bulunur. Bu gazlar morötesi ışınların etkisiyle ayrışır ve böylece burada oksijen serbest atomlar halinde bulunur. Işıl ayrışma denen bu olay 200 km yükseklikte daha da yüksek bir düzeye çıkar.
Su buharı, yer ve zamana göre değişen biçimde, atmosferin alt katmanlarına karışmış olarak bulunur ve yaklaşık 10–15 km yükseklikten sonra azalmaya başlar. Yeryüzünün iklim ve meteoroloji koşulları üstünde bu su buharının önemli bir rolü vardır, çünkü bulutlara asılı olan su buharı yağış olarak yeryüzüne düşer.
Heterosfer
Yeryüzeyinden 100 km yükseklikten itibaren atmosferin bileşim açısından bu türdeş yapısı kaybolmaya başlar. Bu nedenle “heterosfer” adı verilen ve atmosferin son derece seyrek olduğu bu alanlarda, hareketlilik az olduğu için, gazlar uzun dönemde moleküler ağırlıklarına göre alçaktan yükseğe doğru hafife gidecek şekilde tabakalanma eğilimindedir. Güneş ışınlarının iyonize edici etkisinin güçlü hissedildiği bu bölgelerde, fotokimyasal etkinlikler de giderek önemli hale gelir ve atmosfer bileşimini etkiler.
600-1,500 km arasında atmosferdeki oksijenin yerini, Güneş’teki lekelerin durumuna göre değişen bir biçimde, helyum alır, bunun üstünde de bir hidrojen katmanı bulunur. Onun için burada yerküreyi çepeçevre saran bir hidrojen tacından söz edilebilir. Yüksek enerjili Güneş ışınlarının etkisi ile hızlandırılan bu hafif atomlar, Yerkürenin kütleçekiminden kurtularak uzaya kaçarlar. Eksilen hidrojenin yerini fotokimyasal etkilerle yüksek atmosfer katmanlarındaki su moleküllerinin parçalanması sonucunda ortaya çıkan hidrojen alır. Bu nedenle hidrojen kaybı gezegenin değerli su kütlesinin kaybı anlamına gelmektedir. Ozon tabakasının tahribatı sonucunda, fotokimyasal etkinliklerin atmosferin su buharından zengin olduğu alçak tabakalarına doğru inmesi bu yönden de tehlike yaratmaktadır.
Yıldızların atmosferleri
Yıldızların geniş atmosferleri vardır. Işık yuvarı, renk yuvarı ve geçiş bölgesiyle başlayan yıldız atmosferleri, korona, Güneş rüzgârı ve heliosferle gelişerek gezegenlerarası uzayın derinliklerinde heliopause ile son bulurlar. Mesela Güneş’in atmosferin takriben %73 kadarı hidrojenden, %25’i helyumdan oluşur. Atmosfer, elementlerin iyonize olmuş plazmalarıyla Güneş rüzgârı ve Güneş fırtınası şeklinde Güneş Sistemi’ndeki diğer gök cisimlerinin atmosferlerini etkiler.
Atmosferde Neden Çok Miktarda Azot Var?
Dünya atmosferde en çok bulunan gaz hangisidir?
Dünya atmosferinde azot, oksijen ve su buharı dışında en çok bulunan gaz hangisidir? sorusu ile ilgili detaylar haberimizde. Milyoner programında sorulan “Dünya atmosferinde azot, oksijen ve su buharı dışında en çok bulunan gaz hangisidir?” sorusunun ardından vatandaşlar büyük bir merakla bu sorunun cevabını arıyor. Peki Dünya atmosferinde azot, oksijen ve su buharı dışında en çok bulunan gaz hangisidir? İşte detaylar…
Atmosferdeki gaz oranları, Atmosfer dünyayı çevreleyen, çeşitli gazlardan ve su buharından oluşan, dünyayı uzaydan gelen zararlı ışınımlardan ve güneş rüzgarlarından koruyan tabakadır. Atmosfer tabakası farklı yüksekliklerde farklı bileşenlerden oluşmaktadır. Atmosferin yeryüzüne yakın alt tabakalarındaki hafif gazların miktarı üst tabakalara oranla daha az bulunur fakat alt tabakalarda bulunan gazlara ilave olarak, su buharı, bazı tozlar, yanardağlardan çıkan volkanik gazlar, fabrikalardan ve otomobillerden çıkan çeşitli gazlar ve duman gibi çeşitli gazlar bulunur. Atmosferde bulunan su buharı mevsimlere ve bölgelere göre değişiklikler gösterse de atmosferin önemli kısımını oluşturur. Atmosferin yapısı sabit ve değişken gazlar olmak üzere iki kısımdan oluşur. Azot ve oksijen atmosferdeki gazların neredeyse tamamını oluşturur.
Atmosferde bulunan sabit gazların oranları
Nitrojen (N2): % 78.08
Oksijen (O2): % 20.95
Argon (Ar): % 0.93
Neon (Ne): % 0.0018
Helyum (He): % 0.0005
Hidrojen (H2): % 0.00006
Xenon (Xe): % 0.000009
Atmosferde bulunan değişken gaz oranları
Su buharı (H2O): %0-4
Karbondioksit (CO2): %0.037
Metan (CH4): %0.00017
Nitrik Oksit (N2O): %0.00003
Ozon (O3): %0.000004
Partiküller: %0.000001
Kloroflorokarbon (CFCs): %0.00000002
Atmosferde eser miktarda bulunan gazlar
Ksenon (Xe): %0,09
Amonyak (NH3): %0,02
Kükürt dioksit (SO2): %0,02
Hidrojen sülfür (H2S): %0,002
Formaldehit (CH2O): %0,01
Azot dioksit (NO2): %0,003
Nitrik oksit (NO): %0,003
Hidroklorik asit (HCl): %0,002
Nitrik asit (HNO3): eser miktarda
Hidrojen peroksit (H2O2): eser miktarda
Halokarbonlar (CxHxClxFxBrxIx): eser miktarda
Sülfürik asit (H2SO4): eser Mikarda
Karbonil sülfür (COS): 0,001 mikro gramdan az