Tasavvuf kavramı, Allah, evren ve insan ilişkisini bir bütünlük içerisinde açıklamaya çalışan, insanın ilahi erdemlere benzemesini amaçlayan dinsel ve felsefi olan bir düşüncedir.
Vahdet-i Vücud
Temelinde günah işlemekten sakınmak, dünyevi işleri ikinci plana atmak ve bunlardan uzak durmak, inzivaya çekilerek sürekli Allah’ı zikretmek, kalbin ancak bu şekilde temiz tutulacağına inanmak tarzında düşünce ve uygulamalarla ortaya çıkan tasavvuf, 12. yüzyıldan sonra tarikatlar şeklinde örgütlenerek güçlü bir hareket durumuna gelmiştir.
Tasavvufun esası, evrende tek bir varlığın olduğu ve o tek bir varlığın dışındaki diğer varlıkların da onun yansıması olduğu görüşüne dayanmaktadır. O tek varlık da Allah’tır. Diğer varlıklar, yani görünen her şey ise Allah’ın türlü ve değişik görüntüleridir. Buna da “ Vahdet-i Vücud” denmektedir. İnsan için varlık kazanmanın amacı “insan-ı kamil” olmaktır. Tasavvuftaki anlamı Bekabillah’a, yani sürekli olarak Allah’ın varlığında bulunma mertebesine ulaşmaktır. Bekabillah’ı Fenafillah yani insan varlığının Allah varlığında yok olduğu makam izlemektedir.
Tasavvufta aşk
Tasavvuf kavramının en önemli özelliklerinden birisi, ilahi gerçeğe ulaşmanın temelinde aşkın olduğudur. Allah’a yasaklarla veya korkularla değil, sadece aşkla ulaşılabileceği inancını esas almıştır. Tasavvufun en bilinen ve önemli isimlerinden biri olan Mevlana’nın eserlerinde, bu inancın etkisi oldukça fazla görülmektedir. Mevlana’ya göre insan, hangi din ya da mezhepten olursa olsun her yerde eşittir. Dinin sadece bireyin kendisini alakadar ettiğine, bireyin inanç ve davranışlarına müdahale etmenin yanlış olduğuna inanırdı. Mevlana, bu hoşgörülü yaklaşımından ötürü, bir tek İslam dünyasının değil, Hıristiyan dünyasının da ilgisini çekmiştir.
Tasavvuf, İslami Türk Edebiyatındaki etkisini de, aynı yoğunlukta olmamakla beraber, 11. yüzyıldan itibaren yüzyıllar boyunca devam ettirmiştir. Tekke edebiyatının yanı sıra Divan edebiyatının da gelişiminde önemli rol oynamıştır.