Nişan yüzüğü takılırken yapılan konuşma

Heyecan dorukta, kalpler pırpır! Nişan yüzüğü takarken yapılan konuşma, aşkın en saf ifadesi. Mutluluğunuz daim olsun!

Kiymetli misafirlerimiz,canımız ciğerimiz evlatlarımız olan şükriye ile serdarın nişan törenlerine katıldığınız için beydoğan ailesi adına,evlatlarım ve şahsım adına hepinize hoşgeldiniz der,saygılar sunarım.

Kıymetli misafirlerimiz,nişan töreni;evlatlarımızın aile olabilmeleri için temel taşını ve harcını teşkil etmektedir.Aile binasını ayakta tutan harçta,sevgi ve ilgidir.Evlatlarım,sevginizi paylaşmaktan korkmayın,birbirinize karşı yapmış olduğunuz hataları,hiç bir zaman sevginizden ve birbirinize duyduğunuz ilgiden üstün tutmayın.şunu unutmayınki;sevgi ve ilgi,nişanlılık döneminde ve sonrasında göreceksiniz ki,aranızda doğabilecek sorunların tek ilacıdır.
Yüce rabbim;insanlara olan sevgisi nedeniyle,insanları,yarattığı bütün canlılarda üstün olarak yaratmıştır.
Şanı yüce,yüceler yücesi Allah’ım,sizlerin birbirinize olan sevgisini sonsuzluğa kadar daim eylesin.
Evlatlarım babalarınız olarak,mevlüt beyle birlikte yüzüklerimizi takacağız.Bu yüzüklerin sizlere ve her iki aileye hayırlar getirmesini diliyor,nişan töreninizin mübarek olmasını yüce rabbimden diliyorum

 

Nişan Töreni Konuşma Metni

niaşn töreni konuşması – nişan töreni metni



AİLE = Birbirine muhtaç olan, birbirine destek olan, birbirine güvenen
demektir. Ailenin temel elementleri EŞ lerdir. Tıpkı oksijen ve hidrojenin
birleşerek suyu oluşturduğu gibi kadın ve erkek de aileyi oluşturur. Aile
işlevi açısından aynı su gibidir. Çünkü su her şeye hayat verir aile de
topluma hayat verir. Aile insan varlığının devamının kaynağıdır. Kuran da
Rabbimiz ailenin iki sütunu iki direği olan kadın ve erkek için Allah her
ikisinede farklı yetenekler bahşetmiştir der. Bunun anlamı Kadın ve erkek
birbirinin yerini tutmayan eşitlerdir. Evet eşittirler fakat birbirinin
yerini tutamazlar. Bir çift ayakkabıdan örnek verecek olursak ayakkabılar
birbirinin aynıdır, eşidir fakat eşit değil. Niye? Çünkü sağ ayakkabıyı sol,
sol ayakkabıyı da sağ ayağınıza giyemezsiniz. Biri diğerinin yerini tutmaz.
Bu sebeple SAKIN HA ÜSTÜNLÜK KAVGASINA TUTUŞMAYIN. Eşsiniz ve farklı görev
ve sorumluluklarınız var.Şimdi gelelim evliliğin sırrına. Sevgili dostlar evliliğin sırrı
PAYLAŞMAKTIR. İnsan niçin evlenir sorusuna verilecek en güzel cevap beklide
PAYLAŞMAK İÇİN dir. Çünkü hayat tek düze değildir. Aynı deniz veya okyanus
gibidir hayat. Hayat denizinde de bazen fıtınalar, tayfunlar kopar. Hatta
tusunamiler olur. Devasa dalgalar gibi devasa problemlerle karşılaşırız.
Nasıl ki denizlerde kopan fırtınada kaptanlar sığınacak emin limanlar
ararlar, hayat denizinde çıkan fırtınalarda sığınılacak en emin liman
AİLEdir. Hani paylaşmak dedim ya. İşte o. Sevinçleri, neşeleri bayramları
paylaşmak. Aynı zamanda hüzünleri,kederleri,acıları,matemleri paylaşmak.
Unutmayın ki; sorumluluk duygunuz, paylaşma duygunuz olursa mutluluk
duygunuzda olur. Yine unutmayın ki; insan ekmekle doyar, emekle büyür, SEVGİ
ile yaşar. SEVGİ varlığın yaratılış sebebidir. Hepimiz Rabbimizin
sevgisinin eseriyiz. Rabbimizin bizlerden esirgemediği sevgiyi sizde
başkalarından özelliklede eşinizden ve çocuklarınızdan esirgemeyin.
Cimrilik kötüdür sevgide cimrilik ise bin kat daha kötüdür.Aklınızın en zirve yerine şunu yazın. AİLE binasını ayakta tutan harç,
beton, çelik SEVGİ ve İNANÇ tır. Sevgi fukarası olmayın sevginizi
paylaşmaktan korkmayın biter diye. Korkmayın paylaşılan sevgi azalmaz tam
aksine sevgi öyle bir şeydir ki paylaşıldıkça artar ve çoğalır. Ve sevginiz
PAZARLIKSIZ OLSUN. Şöyle yaparsan severim, böyle yaparsan sevmem demeyin.
Deyin ki seni sen olduğun için seviyorum. Bunu diyebilmek için ille de
severek evlenmeniz gerekmiyor. Evlendiğiniz için de sevebilirsiniz ve
sevmelisiniz. Sevginiz kuru kuruya bir laf olarak kalmasın. Sevginiz hayatın
içinde olsun. Yani sevginizi ispat edin. Nasıl mı? Sevginin ispatı İLGİ dir.
İlgilenin. İlgilendikçe tanıyacaksınız. Erdemli ve şahsiyet sahibi insanlar
tanıyıncaya kadar değil tanıdıkça severler. Seven ve sevilen olurlar.

SAKIN HA MÜKEMMELLİK TUZAĞINA DÜŞMEYİN.

Hani şeytan Hz. Havva ve Hz. Ademe iki Melek olmak veya ebedileşmek
istemez misiniz demiş ve aldatmıştı ya. Sizde şeytanın vesvesesine kulak
vermeyin. Mükemmellik aramayın eşinizde. Hem sizde mükemmel değilsinizki.
Mükemmellik sadece ve sadece Allaha ait bir sıfattır. İnsan olduğunuzu
dolayısıyla eksikliklerinizin olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Ey erkekler,
Birine söz verdiğiniz de veya herhangi bir sözleşme yaptığınızda, eğer
dürüst, erdemli ve şahsiyet sahibi iseniz sözünüzde durunuz. Ama en çok
uyulması gereken sözleşme ALLAH ADINA yapılan sözleşmedir Ve siz EŞLERİNİZİ
ALLAHIN EMRİ, PEYGAMBERİ KAVLİ ile isteyip Allah adına bir sözleşme
yaparak aldınız. Sözleşmenize sadık olun. Peygamber efendimiz Hz. Muhammed
(s.a.v.) buyuruyorlar ki kadınlar siz erkeklere Allahın emanetidir
öyleyse emanete hem de Allahın emanetine hıyanet etmeyin. Emanete sadakat
gösterin. Yine Peygamber efendimiz buyuruyorlar ki içinizde en hayırlınız
hanımına en iyi davrananınızdır.

Velhasıl

SEVGİ, SAYGI, SABIR, SADAKAT ve SORUMLULUK BİLİNCİYLE, SAMİMİ BİR İMAN ve
SALİH AMELLERLE AİLE HAYATINIZI TAÇLANDIRMANIZI tavsiye ediyorum. Dünyada
yuvanızı cennetin veya cehennemim bir şubesi kılmak sizin elinizde.

Rabbim den ÖDÜLÜ CENNET olan Salih amellerle dolu bir hayat yaşamanızı dua
ve niyaz ediyorum.

Nişan Töreni Konuşması Örneği

Efendim, bu akşam güzel bir olay için bir araya geldik  B ile C (veya M ile G) birbirlerine karşı hissettikleri sevgi ve saygıyı, evlilik çatısı altında devam ettirmeye karar vermişler Ve aklı başında gençler olarak bu konuda ailelerinin de onayını almışlar Ben de izninizle (sözün tam burasında kız babasına bakıyorum ve hafif baş hareketiyle verilen onayı görüyorum) yüzüklerini takıp, evlilik sürecindeki bu adımın tamamlanmasına katkıda bulunacağım
Ellerinde fotoğraf makinesi ve kameralarla bizi görüntüleyen insanların, heyecanımızı daha da artırmasına izin vermeden hemen yüzükleri takıp elime makası alıyorum ve:Dilerim, mutluluğunuz sürekli ve kalıcı olurNikah ve Düğün Merasimi

Nikah Akdinin Yapılış Şekli
Aralarında evlenme engeli bulunmayan akıllı ve ergin bir erkekle kadın, iki erkek veya bir erkek iki kadın şahidin bulunduğu bir mecliste evlenme iradelerini açıklayarak bizzat evlenebilirler. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bunların velilerinden izin alarak veya velilerinin de katılmasıyla böyle bir evlilik akdini yapmaları Hanefî mezhebinde müstehap sayılmıştır. Evlilik gibi en önemli akitlerden olan bir muamelede velilerin haberli olması ve onların rızasının alınması İslamî edep, ahlak ve faziletin de gereğidir. Ancak veli izninin bulunmaması Ebu Hanîfe ve Ebü Yusuf’a göre nikahın sıhhat şartlarından olmayıp gereklilik (lüzum) şartlarındandır. Sadece kızın dengi olmayan bir erkekle veya emsal kızların mehrinden az bir mehirle evlenmesi durumunda, velinin bu evliliği feshettirme hakkı doğar. Eğer koca, denk durumda olur ve mehir emsal mehir miktarında bulunur veya koca eksik olan mehri tamamlamayı kabul etmiş olursa artık evlilik kesinleşir.
Diğer yandan evlenecek erkek veya kadını nikah sırasında bizzat velilerinin veya vekillerinin temsil etmesi de mümkün ve caizdir. Ancak bu durumda evlenecek olan eşler hazır bulunmazsa veli veya vekillerin onlardan izin ve yetki almış olması gerekir.
Hanefiler dışındaki üç mezhep imamına göre ise kadın akıllı ve ergin de olsa nikah akdinde bizzat irade beyanında bulunamaz. Onu nikahta velisi temsil eder. Aksi halde nikah geçerli olmaz. Bu konuda Hanefi mezhebinin kadına irade serbestliği tanıdığını görmekteyiz. Ancak veliye, gerekli durumlarda evliliği feshettirme yetkisi tanınarak kadının karşılaşabileceği bazı sıkıntılı durumlara karşı onu koruma esası getirilmiştir.
Evlenecek kadın bakire olunca, evlenme teklifine karşı susması, sessiz ağlaması veya alaysız gülmesi kabul sayılmıştır. Böylece kadının haya perdesi zorlanmak istenmemiştir.
Diğer yandan sağır-dilsizler, özel işaretlerle ve yazı biliyorlarsa bunu yazıları île ifade ederek evlenirler.
Evlenecek erkek veya kadından birisi uzakta bulunursa, evlenme teklifini mektupla yapabilir. Bu yazılı teklif, nikah meclisinde şahitlerin yanında okunur ve karşı taraf da kabul ettiğini açıklayınca nikah akdi meydana gelir. (el-Kasani, a.g.e., II, 241 vd; Döndüren Delilleriyle İslam Hukuku, s. 245, 246.)
Nikahta Din Görevlisinin Veya Resmi Bir Memurun Hazır Bulunması
Nikahın evlenecek eşler ve iki şahit arasında, ya da eşleri temsil edecek olan veli ya da vekillerin huzurunda yapılabileceğini yukarıda belirtmiştik. Bu duruma göre, dışarıdan bir din görevlisinin veya bir nikah memurunun katılması nikahın sıhhat veya gereklilik ya da yürürlük (nefaz) şartlarından değildir.
Ancak evlilik işinin bir düzene sokulması, evlenecek olanların gerekli şartları taşıyıp taşımadığını denetleme bakımından Hz. Peygamber döneminden bu yana nikahlarda aile büyüklerinin hazır olması, bir hutbe irad edilmesi, dua yapılması ve bu arada bir düğün yemeği (velime) verilmesi evliliğin müstehapları olarak uygulanmıştır.
Nikah Merasiminde Konuşma (Hutbe) ve Dua
Çoğunluk müctehitlere göre evlenecek erkeğin veya velisinin nikahtan önce bir konuşma yapması müstehaptır.
Bu konuşmanın Allah’a hamd ile başlaması, şehadet kelimelerini, Hz. Peygamber’e salat ve selamı, takva ile ilgili ve evliliğe ait bazı ayetleri kapsaması asıldır. Günümüzde böyle bir konuşmayı cemiyet sahibi adına dinî nikahta hazır bulunan din görevlisi yapabilir.
Abdullah b. Mes’ud (r.a.)’ın (ö. 32/652) Hz. Peygamber (s.a.s)’den naklettiği dua niteliğindeki hutbe metni şöyledir:
“Allahü Teala’ya hamdeder, O’ndan yardım dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allah’a sığınırız. Allah kime hidayet verirse, onu saptıracak kimse yoktur. Allah kimi saptırırsa da onu doğru yola iletecek yoktur. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim.” (Ebu Davud, Nikah, 32; Nesaî, Cum’a, 24; İbn Mace, Nikah, 19; Darimi, Nikah, 20; A. b. Hanbel, l, 392, 393, 432. Tirmizî ile Hakim bu hadise «hasen» demişlerdir.)
Bundan sonra takva ile ilgili şu üç ayetin okunması tavsiye edilmiştir.
“Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan, ondan eşini var eden ve her ikisinden de birçok erkek ve kadın türetip yeryüzüne yayan Rabbinizden korkun. Yine kendisinin adını öne sürerek birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve hısımlarınızla akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Şüphesiz ki Allah, sizin üzerinizde sürekli gözetleyicidir.” (en-Nisa, 4/1.)
“Ey iman edenler! Allah’tan hakkıyla korkun ve ancak müslüman olarak ölün.” (Al-i İmran, 3/102)
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin ki, (Allah) işlerinizi düzeltip sizi başarıya ulaştırsın ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse, şüphesiz o, en büyük kurtuluşa ermiş olur.” (el-Ahzab, 33/70,71.)
Bundan sonra yüce Allah’ın nikah emrettiğini ve zinayı yasakladığını hatırlatarak şu ayet okunur.
“İçinizden bekarları, köle ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler, Allah onları fazlu keremiyle zengin kılar. Allah geniş lütuf sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir.” (en-Nur, 24/32)
Nikahtan önce yalnız Allah’a hamd ve Hz. Peygamber’e salatü selam getirmekle yetinmek de mümkündür. Nitekim Abdullah bin Ömer (ö. 73/692) bir nikah akdi yapmaya çağrıldığı zaman şöyle derdi: “Yüce Allah’a hamd ve efendimiz Muhammed’e salatü selam olsun. Filan sizden filanca kızı istiyor. Eğer onu nikahlarsanız, Allah’a hamd olsun, reddederseniz, Allah’ı bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim.” (bk. ez-Zühayli, a.g.e., VII, 123)
Nikah sırasında bir konuşma yapılmaması ve doğrudan nikah akdine geçilmesi de yeterli olur. Çünkü konuşma vacip değil müstehaptır. Delil Sehi İbn Sa’d’ın (ö. 88-91/706-709) naklettiği şu hadistir: Hz. Peygamber kendisi île evlenmek isteyen bir kadını, onunla evlendirdiği zaman; “Seni onunla Kur’an’dan bildiğin sureler karşılığında nikahladım” demiş ve bir ön konuşma ya da dua yapmamıştır. (Buhari, Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace, Darimi) Diğer yandan Nebî (s.a-s)’in, Abdulmuttalib’in kızı Umame’yi yine hutbesiz evlendirdiği nakledilmiştir. (Ebu Davud, Nikah, 32) Evlilik alış-verişe kıyas edilerek, ön konuşma veya dua olmaksızın doğrudan yapılabileceği söylenmiştir.
Eşlerin nikahtan sonra tebrik edilmesi sünnettir. Ebü Hüreyre (r.a.), Nebî (s.a.s)’in evlenen birisini şu şekilde tebrik ettiğini nakletmiştir:
“Allah bu evliliği sana bereketli kılsın ve ikinizi de hayırda birleştir.” (Ebu Davud, Nikah, 36; Tirmizi, Nikah, 7; İbn Mace, Ezan, 2; Nikah, 23.) Hayırlı ve mübarek olsun, bu gününüz İnşaallah mübarek bir gün olur, gibi ifadelerle de tebrik yapılabilir.
Diğer yandan nikahın cuma günü akşamı yapılması da Allah Rasülünün tavsiyeleri arasındadır. Çünkü cum’a günü mü’minler için şerefli bir gün olup, onda duaların geri çevrilmediği bir saatin bulunduğu da bildirilmiştir. Diğer yandan bu icabet saatının günün sonlarında olduğu umulur. Ayrıca nikahın mescidlerde yapılmasının tavsiye edilmesi de bu gayeye yöneliktir.
Düğün Yemeği (Velîme)

İslam, nikahın ilan edilmesini, neşe ve sevincin bir belirtisi olarak def’e vurulmasını istemiş, bununla evli olanla bekar olanı, helal ile haramı birbirinden ayırmayı hedeflemiştir. Çünkü bakire veya dul kadının, şahitlerin önünde nikah akdi yapılmış olsa bile sessizce bir erkekle birlikte yaşamaya başlaması çevreyi kötü zanna düşürür ve bu iki kişi zina töhmeti altında kalır. İşte İslam, mü’minlerin evliliğinin yapılacak bir düğün merasimi ve bu arada davetlilere verilecek bir yemekle (velime) çevreye duyurulmasını istemiştir,
Düğün dolayısıyla verilen yemeğe “velîme” denir. Velîmede müsafir, eş-dost ve yöredeki fakirlere yemek ikramı esastır. Düğün yemeği uygulaması cahiliyye dönemine kadar uzanır. Hz. Peygamber, ilk eşi Hz. Hatice ile evlenirken iki deve kestirerek davetlilere yemek ikram etmiştir. Amcası Ebu Talib de bu münasebetle evinde bir ziyafet düzenleyerek Hz. Peygamber’i ve Hz. Hatice’yi davet etmişti.
Önceden yalnız örf olan velîme Hz. Peygamber’in uygulaması ile sünnete dönüşmüştür. Hz. Peygamber, Hz. Zeynep’le evlendiğinde bir koyun kesmiş, Safiyye (r. anha) ile evliliğinde ise hurma ve kavut (sevik) ikram etmiştir. Düğün yemeğinin miktarı ve kalitesi düğün sahibinin mali gücüne ve cömertlik durumuna göre değişir. Nitekim Allah’ın elçisi insanların en cömerdi olduğu halde bazı düğünlerde et ve ekmek ikramı yerine daha basit ikramlarda da bulunmuştur. (İbn Mace, Sünen, H.No: 1908-1910)
Hz. Peygamber ashabı kirama da düğün yemeği vermelerini tavsiye etmiştir. Nitekim Abdurrahman b. Avf’ın (ö. 32/652) evlendiğini duyunca, kendisine; “Bir koyun keserek de olsa, düğün yemeği ver” (İbn Mace, H. No: 1907, Nikah, 24; Buhari, 67, 68; Darimi, At’ime, 28, Nikah, 22) buyurmuştur.
Hz. Ali (ö. 40/660) Hz. Fatıma (ö. 11/632) ile evlenirken yarım ölçek arpa almak üzere zırhını bir yahudiye bırakmış; bir miktar çekirdeği çıkarılmış kuru hurma, un, yağ ve yoğurt karıştırılarak hazırlanan bir yemek ve arpa ekmeği ikram edilmiştir. O günün şartlarında bu, iyi bir ziyafet sayılıyordu. (Asım Köksal, İslam Tarihi, İstanbul 1981, s: 259; Ali Rıza Temel “Velime” mad. Şamil İslam Ansik. VI, 339)
Şafiîlere ve Zahiri mezhebine göre düğün yemeği vermek vacip hükmündedir.
Hanefilere göre bu yemeği vermek sünnet olduğu gibi, velime davetine katılmak da sünnettir.
Çoğunluk mezhep müctehitlerine göre ise velime davetine katılmak vaciptir. Dayandıkları delil şu hadislerdir: «Kim düğün yemeğine çağrılır ve icabet etmezse Allah’a ve Rasulüne asî olmuş bulunur» (Buhari, Nikah, 72; Müslim, Nikah, 107-110; Ebu Davud, At’ime, 1.) “Sizden biriniz düğün yemeğine çağrılınca gitsin.” (Buhari, Nikah, 71, Müslim, Nikah, 96-98)
Düğün yemeklerinde haram olan şeylerin ikram edilmemesi, riya ve gösterişten sakınılması gerekir. Nitekim hadiste şöyle buyurulmuştur: «Velime’yi ilk gün vermek bir haktır, ikinci gün vermek güzeldir, üçüncü günde yemek vermekte ise şöhret ve gösteriş (kokusu) vardır.» (Ebu Davud, At’ıma, 3; İbn Mace, Nikah, 25; Darimi, At’ime, 28)
Diğer yandan bu davetlere zenginlerle birlikte fakirlerin de çağrılması gerekir. Hadiste şöyle buyurulur: «Davetlerin en kötüsü, zenginlerin çağrılıp, fakirlerin mahrum edildiği düğün yemeğidir.» (Buhari, Müslim, Ebu Davud, İbn Mace)

Düğün Eğlencesi ve Müzik Dinlenmesi

İslam’ın evrensel mesajı, insan hayatının bütün devrelerini kapsar. Doğum öncesi, çocukluk, gençlik, evlenme, aile yuvası içinde sevinçli veya üzüntülü bütün yaşama devreleri için İslam’ın öğretimi ve getirdiği hayat tarzı vardır.
Üzüntülü ve sıkıntılı günlerinde kadere teslim olmakla teselli ve sükunet bulan mü’min, sevinç ve neş’e günlerinde de bunun dışa yansıması olan nezih eğlenceye meyillidir. İnsan hayatında sevincin sembolü olan iki vakit önemlidir. Evlenme merasimi ve bayramlar. Sahabe devrinde de bu iki sevinç zamanında sevinç belirtisi olarak genç kızların şarkı söylediği ve deflere vurulduğu görülür.
Hz. Peygamber ve ashab-ı kiramın bu düğün ve bayram eğlencesi île ilgili uygulama örnekleri vardır. Biz aşağıda bu örnekleri vererek İslam’ın eğlencede gösterdiği ölçü ve sınırı belirlemeye çalışacağız.
Allah’ın Rasulü şöyle buyurmuştur: “Nikahı ilan edin. Onu mescitlerde kıyın ve onun üzerine def çalınız.” (Tirmizî, Nikah, 6.)
Hz. Aişe, Es’ad İbn Zürare’nin (ö. 1/622) yetim kalmış kızı Fariga (r. anha)’yı himayesine alıp büyütmüştü. Evlenme çağına gelince onu Ensar’dan Nebît İbn Cabir (r.a) ile evlendirdi. Gelini, koca evine götürenler arasında bulunan Hz. Aişe şöyle der: “Döndüğümüzde, Allah’ın Rasulü bize; erkek tarafının bizi nasıl karşıladığını ve neler konuşulduğunu sordu. Ben de “selam verdik, hayır ve bereket diledik” dedim. Allah elçisi; “Ey Aişe sizin eğlenceniz yok mu? Çünkü Ensar eğlenceden (oyundan) hoşlanır” buyurdu. Şurayk’ın rivayeti şöyedir: “Ey Aişe! Gelinle birlikte def çalıp şarkı söyleyecek bir cariye göndermediniz mi?” Ben, “Cariye ne diyecek” diye sorunca şöyle buyurdu:
Şöyle diyecek: Size geldik, size geldik. Allah bize de size de hayat versin. Kızıl altın olmasaydı, badiyenize konaklamazdı. Sarı buğday olmasaydı, bakireleriniz semirmezdi”.
İbn Mace’deki rivayette, Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Ensar, gönlü sevgi dolu olan bir kavimdir. Onlara; “Size geldik, size geldik, Allah bize de size de hayat versin” sarkısını söyleyecek birisini gönderseydi-iz.” (İbn, Mace, Nikah, 21; A. İbn Hanbel, IV, 78.)
Rubeyye binti Muavviz (r. anha)’dan şöyle dediği nakledilmiştir: “Ben evlendiğim zaman, Rasulullah (s.a.s) geldi ve yatağımın üzerine oturdu. Bu sırada cariyelerimiz def çalıp, Bedir günü şehit düşen atalarımız hakkında mersiyeler söylemeye başladılar. İçlerinden birisi; “Bizim aramızda yarın olacakları bilen Peygamber var” anlamında bir mısra okudu. Bunun üzerine Hz. Peygamber; “Bunu bırak (böyle söyleme), söylemekte olduğun diğer şeyleri söyle” buyurdu. (Tirmizî, Nikah, 6; İbn Mace, Nikah, 21; bk. İbn Hacer, Fethu’l-Barî, XI, 108; Tirmizi, Şerhu Tuhfeti’l-Ahvazi, Kahire, 1967, IV, 211, 212) İbn Mace’deki rivayet şöyledir: “Hayır, bunu söylemeyiniz. Çünkü yarın olacakları bilen Allah’tır.” (İbn Mace, Nikah, 21; Buhari, Tefsiru Sure-i Ra’d, 1; İbn Hanbel, II, 52)
Yukarıdaki hadisler nikahın def ve ifadeleri meşru olan bazı şarkılarla ilanının mubah olduğunu gösterir.
Hz. Peygamber (s.a.s)’ın düğün cemiyetinde olduğu gibi, bayram günlerinde veya bazı sportif gösteriler sırasında da nezih eğlenceyi müsamaha ile karşıladıklarını görüyoruz. Aşağıdaki uygulamalar bunu gösterir.
Hz. Aişe (r. anha) anlatıyor: “Bir gün Allah’ın Rasülü benim yanıma girdi. Yanımda iki de cariye vardı. Buas günü sarkısını söylüyorlardı. Rasulullah (s.a.s) yatağa uzandı ve yüzünü öbür yana çevirdi. Bu arada babam Ebü Bekir de yanımıza girdi ve beni azarlayarak; “Rasulullah’ın yanında şeytan çalgısını mı çalıyorsunuz?” dedi. Rasulullah (s.a.s) ona dönerek; “onları bırak” buyurdu. Başka bir rivayette Hz. Peygamberin şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Ey Ebu Bekir, her toplumun bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır.” (Buharî, ideyn, 3; ibn Mace, Nikah, 21; ibn Hanbel, VI, 187.)
Hz. Aişe’nin, Hz. Peygamber’le birlikte seyrettiği bir spor oyunu da şudur, Hz. Aişe şöyle anlatır: “Bir bayram günüydü. Sudanlılar Mescid-i Nebevî’de kılıç kalkan oyunu oynuyorlardı. Ben istedim, ya da Rasulullah (s.a.s); “Bakmayı arzu ediyor musun?” buyurdu. Ben de, “Evet isterim” dedim.
Beni arkasında durdurdu, yanağım yanağı üzerinde idi. Oyuncuları; “Haydin Erfide oğulları, göreyim sizi” diyerek teşvik ediyordu. Ben usanıncaya kadar baktım. Bana “Yeter mi?” buyurdu. “Evet” dedim. “O halde içeriye git” buyurdu ” (Buharî, îdeyn, 2. Cihad. 81: Müslim, îdeyn, 19.)
Yukarıdaki ilk hadise göre, şarkı söylemek caiz olmasaydı, Rasulullah’ın evinde söylenmez, ya da Allah’ın Rasulü’nün bunu açıkça menetmesi gerekirdi. Hz. Ebü Bekr’in karşı çıkması, Hz. Peygamber’in dinlenme saatinde rahatsız edilmesi ve bunu edebe aykırı görmesinden dolayı olmalıdır.
Ancak hadiste bayramdan söz edilmesi nezih şarkının yalnız sevinç günlerinde caiz olabileceğini gösterir. (İbnü’l-Arabi, Ahkamü’l-Kur’an, III, 9)
İslamda Şarkı, Türkü Ve Çalgı Sesinin Hükmü:
İslam fıkhında, şarkı söylemek ve insanı duygulandıran veya insana hüzün veren bazı sözleri belirli bir makama uygun biçimde okumak anlamını ifade etmek üzere “tegannî” terimi kullanılır. Bazı sözleri makamlı söylemede esas olan tabiattaki tabiî seslerdir. İnsanın da yaratılıştan bu seslere meyli vardır. İnsanoğlu fıtratı gereği güzel sesten hoşlanır, sevinç, keder, sıkıntı ve şaşkınlık sı-asında ona yönelir. Nitekim, küçük çocuk annesinin güzel sesle söylediği ninni ile sükunet bulur ve uykuya dalar. Hayvanların kendi cinsleriyle iletişimi teganniye benzer seslerle olur. Bir çok kuşun sesi gerçek musiki gibidir.
Evrensel bir din olan İslam’ın musikiye ve tegannili sözlere mutlak olarak karşı çıkması söz konusu olamazdı. Bu yüzden İslam musiki ve tegannî için bir takım sınırlar belirlemiş, meşru olanla olmayanın arasını ayırmıştır.
Biz yukarıda Hz. Peygamber’in ve ashab-ı kiramın meşru sözlerle ve makamlı biçimde söylenen bazı şarkı ve mersiyelere karşı tutumlarına ait çeşitli örnekler vermiştik.
Kitap ve sünnette nefsi azdıran ve beraberinde haramı getiren şarkı ve çalgı aletleri ile ilgili kınayıcı ifadeler yer alır. Bu delillere kısaca yer vereceğiz.
Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “insanlardan kimi vardır ki, bilgisizce (insanları) Allah’ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için eğlence sözleri satın alırlar. İşte onlara küçük düşürücü bir azap vardır.” (Lokman, 31/6) Abdullah İbn Mes’ud (r.a.) bu ayetteki “lehve’l-hadîs (eğlence sözleri)” ifadesine “şarkı”, Hasan el-Basrî (ö. 110/728) ise “şarkı ve çalgı” anlamı vermiştir. Bu tefsir tarzını Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî Hasen’den, İbn Cübeyr’den, Katade ve İbrahim en-Nehaî’den nakletmiştir. (bk. el-Kurtubî, el-Cami’, XIV, 251; İbn Kesîr, Tefsîr, V, 377.)
Allahü Teala şeytana hitap ederek şöyle buyurur: “Onlardan gücünün yettiğini sesinle yerinden oynat.” (el-İsra, 17/64.) Bu ayetteki “ses (savt)” ten maksat Abdullah İbn Abbas ve Mücahid’e göre; şarkı, çalgı ve oyundur. (el-Kurtubî, a.g.e, l, 288.)
Şarkı ve eğlenceye dalma ile bağlantılı görülen başka ayet de şudur: “Siz bu söze (Kur’an) şaşıyor musunuz? Gülüyor ve ağlamıyorsunuz. Şarkıcılık ve gaflet içinde oyalanıyorsunuz.” (en-Necm, 53/59-61)
Ayetteki “samidûn” ifadesinin kökü olan “semed” Himyer lehçesinde “şarkı” anlamına gelir. Nitekim Mekke’de Kureyş müşrikleri Kur’an-ı Kerîm’in okunduğunu duyunca, işitilmesin diye şarkı söyler ve oynarlardı. (el-Kurtubi, a.g.e., XVII, 123)
Şarkıya ve çalgı aletlerine düşkünlüğü kötüleyen çeşitli hadisler nakledilmiştir. Ancak bu hadislerin insanı fuhuş, içki ve zinaya düşürebilen nitelikteki şarkı, türkü ve eğlenceleri kasdetmesi yanında, bir bölümünün de zayıf hadisler olduğunu görmekteyiz.
Hz. Ali’nin naklettiği bir hadiste; Ümmet işleyince başlarına belanın çökeceği bildirilen on hasletten bir tanesi de “şarkıcı kadınların ve çalgı aletlerinin türemesidir.” (Tirmizî, Fiten, 31. Bu hadis için Tirmizî «garîb» Darekutnî «batıl» ve Zehebî ise «münker» demiştir.)
Ebu Umame (r.a-)’ten şöyle dediği nakledilmiştir: “Hz. Peygamber, şarkıcı kadının alacağı parayı yasakladı ve bu konu ile ilgili olarak şu ayetin indiğini bildirdi: “İnsanlardan kimileri var ki, bilgisizce (insanları) Allah’ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için eğlence sözleri satın alırlar” (Lokman, 31/6. Bu hadis; Tirmizi, İbn Hanbel ve İbn Mace rivayet etmiş yalnız Tirmizî «garib hadis» demiştir. el-Askalani, Fethu’l-Barî, XIII, 335.)

Ebu Davud’un Nafi’den rivayet ettiğine göre Abdullah b. Ömer bir çalgı sesi işitmişti. Parmaklarını kulaklarına tıkadı ve oradan uzaklaştı. Bana da “Ey Nafi, bir ses işitiyor musun?” dedi. Ben “Hayır” deyince parmaklarını kulaklarından çekerek “Rasulullah (s.a.s) ile birlikte idim. Bu ses gibi bir ses işitti ve benim yaptığım gibi yaptı” dedi. (Ebu Davud, Edeb 52. Ebu Davud buna «münker hadis» demiştir.) Yine İbn Ömer’in naklettiği bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Şüphe yok ki, Allah şarabı, kumarı, darbukayı, tanbur ve ud’u yasaklamıştır. Her sarhoşluk veren şey de haramdır.” (eş-Şevkanî, Neylü’l-Evtar, VII, 260, Hadisin senedindeki Velîd, b. Abde durumu meçhul olan bir ravidir.)
Hanefîlerin Müzikli Eğlence İle İlgili Görüşleri
Hanefîlere göre fuhşu ve günahı beraberinde getiren teganni caiz değildir. Son devir fakihlerinden İbn Abidîn (ö. 1252/1836) bu konuda şöyle demiştir:
“Haram olan tegannî bir erkeğin veya diri olan bir kadının yahut şarabın heyecan uyandıran niteliklerini anlatan şarkı türü sözcüklerle, müslüman veya zimmiyi (ehl-i kitap tebea) hicveden sözlerdir. Ancak bu gibi sözleri sırf şiir söylemek veya fesahat ve belagatını göstermek için okursa caiz olur. Mevcut olmayan bir kadının niteliklerini dile getiren tegannî de caizdir. Ancak bu sözleri bir takım müzik aletleri eşliğinde söylerse, yine kaçınmak gerekir. Bazı bilginler de eğer kafiyeleri dizmek ve fasih konuşmak gayesiyle makamlı okursa bir sakıncası yoktur demiştir. Yalnızlığını gidermek için tegannîde bulunmanın da bir sakıncası olmadığı söylenmiştir. (İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar, V, 305; Terc. a.g.e., XV, 344; İbnü’l-Humam, Fethu’l-Kadir, VI, 35, 36)
Büyük müfessir el-Kurtubî (ö. 971/1273) musikinin lehinde ve aleyhinde olan bazı hadisleri zikrettikten sonra şöyle demiştir: “Bu ve benzeri hadisler yüzünden İslam bilginleri teganninin haram olduğunu söylemişlerdir. Bu çeşit tegannî nefisleri fuhşa tahrik eder ve arzuları tatmine teşvik eder. Sükunet halindekini harekete getiren ve gizliyi açığa çıkaran laubaliliğe yol açar. Bu çeşit şarkıda kadının anılması ve güzelliğinin tasvir edilmesinde ve şarabın anılmasında insanı heyecana götüren bir yön vardır. İşte böyle bir tegannî ve eğlencenin yasaklandığı konusunda görüş birliği vardır. (el-Kurtubi, a.g.e., XVI, 54) Diğer yandan el-Kurtubî haram olan kazançları şöyle sıralamıştır: “Haram olduğu konusunda görüş birliği bulunan kazançlar şunlardır: Faiz, zina ücreti, rüşvet, ağıtçı kadının aldığı ücret, şarkıcının ücreti, hıyanet (zimmet) yoluyla mal almak, gayptan ve göklerden haber vermek üzere alınan ücret; çalgı çalmak, oynamak ve benzeri bütün batıl yollarla alınan ücret.” (el-Kurtubi, a.g.e., II, 3)
Haramın İşlendiği Düğün Cemiyetine Katılmak
Düğünlerdeki ikram ve eğlencelerin İslam’a uygun olarak yapılması asıldır. Haramların işlendiği düğün merasimine gelince, eğer davetlinin bulunduğu bölümde münkerat yoksa oturabilir. Ancak mü’min davetlinin sofrasında ya da bulunduğu bölümde münkerat varsa, buna engel olması gerekir, eğer gücü yetmiyorsa orayı terketmesi gerekir. Çünkü her mü’minin genel anlamda iyiliği emir ve kötülükten nehiy görevi vardır. Allah’ın elçisi şöyle buyurmuştur: «Sizden kim münkeri (haram veya mekruhun işlendiğini) görürse onu eliyle değiştirsin, buna gücü yetmezse dili ile değiştirsin, buna da gücü yetmezse kalbi ile buğz etsin. Fakat bu sonuncusu imanın en zayıf durumunu ifade eder.» (Müslim, Tirmizi, Nesai, Ebu Davud, İbn Mace)
Allah’ın Rasülü mü’minin içki içilen sofrada oturmaması gerektiğini açıkça ifade buyurmuştur. «Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse, içki içilen sofraya oturmasın.» (eş-Şevkanî, Neylü’l-Evtar, II, 203.)
Davete katılan kişi, düğünde münker fiillerin işleneceğini önceden bilmeden girmişse ve münkeri engelleme gücü de yoksa sabredip oturabilir. Ancak bu kimse müfti, vaiz, imam, ilahiyatçı, ilim adamı gibi toplumda örnek alınan kişilerden ise, bu haram veya mekruhları engelleme gücü yoksa, oturmadan çıkması gerekir. Çünkü onun oturması dinin küçük düşürülmesine yol açabilir.
Düğün cemiyetinde İslam’ın yasakladığı birtakım fiillerin işleneceğini önceden bilen davetli ise ister halktan birisi, isterse önder sayılan kişilerden olsun, bu davete katılamaz. (İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar, Terc. A. Davudoğlu, İst. 1987, II, 336; el-Merginanî, el-Hidaye, IV, 80.)
Birkaç yere davetli olan kimse yakın hısımını veya yakın komşusunu tercih etmelidir. Davetlerden birisi daha önce yapılmışsa, onun tercihte de öncelik hakkı vardır.
Oruçlu kimse bir yemeğe çağrıldığı zaman, oruçlu olduğunu söylemelidir. (bk. Ebu Davud, Savm, 76.) Ancak oruçlu olmasına rağmen davete katılabileceği ve oradaki davranışı hadiste şöyle belirlenir: «Sizden biriniz düğün yemeğine çağrılınca, katılsın. Eğer oruçsuz ise yemek yesin, oruçlu ise dua etsin.» (Ebu Davud, Savm, 75.)
Sonuç olarak İslam bir fıtrat dini olduğu için insanın bütün ihtiyaç ve meyillerini dikkate almış, belki müzik ve eğlenceyi mutlak olarak yasaklamamış, fakat bunların meşruluk sınırlarını belirlemiştir. Bu da terennüm edilen sözcüklerin fuhşa özendirici veya insan vakar ve haysiyetini kırıcı yahut İslam’ı ve mü’minleri küçük düşürücü ifadeleri kapsamamasıdır. Bu arada eğlence her iki cinsin kendi arasında olmalıdır. Ancak bununla birlikte mü’minler haramı beraberinde getiren çalgı aletlerinden ve bu gibi eğlence yerlerinden uzak kalmayı tercih etmelidir. Çünkü insanın kalbini huzur ve rahata kavuşturan en etkili araç, yüce Allah ile manevî iletişim kurmak ve O’nun yüce ismini zikretmektir. Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulmuştur: “Onlar inanan ve Allah’ı anmakla gönülleri huzur bulan kimselerdir. İyi bilin ki gönüller ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (er-Ra’d, 13/28) Başka bir ayette namaz, insanları kötülüklerden koruyan en büyük zikir olarak belirlenmiştir. “O kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı da kıl. Çünkü namaz, kötü ve çirkin olan şeylerden meneder. Şüphesiz Allah’ı anmak en büyük (ibadet) tir. Allah ne yaptığınızı bilir.” (Ankebut, 29/45)

Muteberlik Bakımından Evliliğin Çeşitleri

Evlenme akdi rükün ve şartlannın bulunup bulunmamasına göre sahih, fasit, batıl, mevkuf ve gayri lazım çeşitlerine ayrılır.
Hanefîler dışındaki üç mezhebe göre fasit ve batıl evlilik arasında bir fark yoktur.
Aşağıda bu evlilik çeşitlerini ve sonuçlarım açıklayacağız.
I- SAHİH EVLİLİK
A) Sahih Evliliğin Tanımı:
Rükün ve şartları tam olarak bulunan evlilik akdi, taraflar için bağlayıcı olur. Akıllı ve ergin müslüman bir erkekle, yine akıllı ve ergin müslüman bir kadının, aralarında bir evlenme engeli bulunmaksızın iki şahit huzurunda yaptıkları evlenme akdi geçerli olur ve sonuçlarını meydana getirir. (el-Kasani, Bedayiu’s-Sanayi, Beyrut, 1328/1910, II, 331-334)Başkasının icazetine bağlı olan mevkuf evlenme, bu icazet verilince ve bir tarafın fesih hakkının bulunması yüzünden bağlayıcı olmayan (gayri lazım olan) evlilik ise bu fesih hakkının kullanılmaması durumunda sahih hale gelir. Böyle bir evlenme akdi karı-koca ilişkisi, mehir, nafaka, sıhrî hısımlık, nesep ve karşılıklı mirasçılık gibi evliliğin bütün sonuçlarını doğurur.

B) Sahih Evliliğin Sonuçları:
1) Eşlerin İslami ölçüler içinde birbirinin cinsel yönlerinden faydalanması caiz olur.
Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Kadınlarınız sizin tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz biçimde varın.” (el-Bakara, 2/223.) “Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz.” (el-Bakara, 2/187.) “(Savaş esiri olarak) sahip olduğunuz cariyeler dışında, evli kadınlar da size haram kılındı. Allah’ın size emri budur. Bunlardan başkasını, namuslu olmak ve zina etmemek üzere mallarınızla (mehirlerini vererek) istemeniz size helal kılındı. Onlardan yararlanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin.” (en-Nisa’, 4/24.) “(Kurtuluşa eren mü’minler) iffetlerini korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu cariyeleri bunun dışındadır. (Bunlarla cinsel ilişkilerinden dolayı) kınanmış değillerdir.” (el-Mü’minun, 23/5, 6.)
Hz. Peygamber (s.a.s) de bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Kadınlarınız hakkında Allah’tan korkun. Şüphesiz onlar sizin yanınızda yardımcılarınızdır. Onları Allah’ın emaneti olarak aldınız ve cinsiyet uzuvlarını Allah’ın kelimesi île helal edindiniz.” (Ebu Davud, Menasik, 56; İbn Mace, Menasik, 84; Darimî, Menasik, 34.)
Nikah, eşe ancak önden yaklaşmayı helal kılar. Eşine arkadan yaklaşmak, aybaşı, lohusalık veya hacda ihramlı hallerinde onunla cinsel temasta bulunmak caiz değildir.
Allahü Teala şöyle buyurur: “Onlar cinsel uzuvlarını eşleri veya sağ ellerinin malik olduğu cariyeleri dışında korurlar.” (el-Mü’minun.)
“Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O bir ezadır. Onun için aybaşı halindeki kadınlarınızla cinsel temastan uzak durun. Temizleninceye kadar kendilerine yaklaşmayın. İyice temizlenince Allah’ın size emrettiği yerden onlara gidin.” (el-Bakara, 2/222.) Lohusalık da aybaşı halinin benzeridir. (Aybaşı ve lohusalık için bk. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, İstanbul, 1991, s:178vd.)
Nebi (s.a.s) eşine arkadan yaklaşan kimse için şöyle buyurmuştur; “Eşine arkadan yaklaşan lanetlenmiştir.” (Ebu Davud, Nikah, 45) Başka bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Aybaşı halindeki bir kadına yaklaşan veya bir kadına arkadan yaklaşan yahut gelecekten haber veren kimseye (kahin) gidip onu doğrulayan kimse Muhammed’e indirileni yalanlamış olur.” (Tirmizi, Tahare, 102; İbn Mace, Tahare, 122)
Aybaşı veya lohusa olan kadına eşinin cinsel temasta bulunması halinde ona eziyet ve sıkıntı vermiş, ayrıca sağlığını da tehlikeye sokmuş olur. Eğer bunun haramlığını bilerek yapmışsa, bir veya yarım dinar (1 dinar, yaklaşık 4 gr. 22 ayar altın paradır.) altın parayı bir fakire tasadduk etmesi gerekir. Bir hadiste şöyle buyurulur: “Bir erkek eşine aybaşı halinde yaklaştığında, eğer aybaşı kanı kırmızı ise bir dinar, sarı ise yarım dinar altın parayı sadaka olarak versin.” (Tirmizî, Tahare, 102, Ebu Davud, Nikah, 47; Nesaî, Tahare, 181, Hayz, 9.)
Kocanın, eşinin bütün vücuduna çıplak olarak bakması ve dokunması caizdir. Çünkü cinsel ilişki bile helal olunca, bunun altında kalan bakma ve dokunma öncelikle helal olur. Ancak edep bakımından eşlerin birbirinin cinsel uzuvlarına bakmaması tavsiye edilmiştir. Nitekim Hz. Aişe (r. anha)’nın “Ben Rasülullah (s.a.s)’in cinsel uzvundan bir şey görmedim, O da benden bir şey görmedi” (bk. ibn Hanbel, Müsned, VI, 63, 90; el-Kurtubî, el-Cami’, XII, 154.) dediği nakledilmiştir.
Hanefîlere göre kocanın ölümden sonra eşinin bedenine bakması ve dokunması helal olmaz. Şafiîler aksi görüştedir.
2) Evlilikle, kadın belirlenen mehre hak kazanır. Evlilik akdi sırasında mehirden hiç söz edilmemişse kadın emsalleri kadar bir mehir alma hakkına sahip olur.
3) Kadının koca evinde kalması gerekir. Peşin konuşulan mehrini alan kadının, kocasının belirlediği, İslam’ın öngördüğü özelliklere sahip olan meskende oturması asıldır. Bu kalış, boşandıktan sonra da iddet süresince devam edebilir.
Allahü Teala şöyle buyurur: “Evlerinizde oturun, eski cahiliyye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın.” (el-Ahzab, 33/33) “(Boşanan) o kadınları, gücünüzün yettiği kadar oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun.” (et-Talak, 65/6) “Onları evlerinden çıkarmayın. Kendileri de çıkmasınlar. Meğer ki, açıkça bir kötülük yapmış olsunlar” (et-Talak, 65/1)
Diğer yandan kadın, peşin konuşulan mehri almadıkça ortak ikametgaha gitmeye zorlanamaz. Koca, önceden eşinin sürekli olarak kendi babasının evinde oturacağını kabul etse, bu şart yok sayılır. Bu duruma göre, toplumda iç güveyi denilen ve erkeğin, kadının ailesi ile birlikte oturma esasına dayanan anlaşmanın kocayı bağlamadığında açıklık vardır. Erkek eşiyle birlikte istediği zaman kendisine ait başka bir eve geçme hakkına sahiptir.
Kocanın belirleyeceği mesken sağlığa elverişli olmalı, meskun alanda bulunmalı, gerekli eşyaya sahip olmalı, kötü komşulu olmamalı ve kocanın hısımları aynı meskende oturmamalıdır. Ancak kadın, kocasının hısımları ile birlikte oturmayı kabul eder ve hizmetlerini de görürse, bu onun ahlakinin güzelliğindendir.
4) Kadın nafaka hakkına sahip olur. Bu da yeme, içme, giyim ve mesken ihtiyacını kapsar. Kadın haksız yere kocasının itaatından dışarı çıkarsa nafaka hakkı düşer. Kocanın nafaka yükümlülüğü şu delillere dayanır: Allahü Teala şöyle buyurur: “…Onların (annelerin) toplumda iyi bilinen örfe göre (ma’ruf) yiyeceği ve giyeceği çocuk kendinin olan babaya aittir.”(el-Bakara, 2/233.) “Malî imkanları geniş olan, nafakayı genişliğine göre versin, rızkı kendisine daraltılmış bulunan da nafakayı, Allah’ın ona verdiğinden versin. Allah hiç bir kimseye ona verdiğinden başkasını yüklemez. Allah güçlüğün arkasından kolaylık ihsan eder.” (et-Talak, 65/7.) Şu ayette de mesken ihtiyacından söz edilir: “Boşanan kadınları gücünüzün yettiği kadar, oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun.” (et-Talak, 65/6.)
5) Eşlerden her birinin, diğerinin usul ve furuu ile kendi arasında “sıhrî hısımlık” meydana gelir. Buna göre, bir kadınla evlenen erkek, artık bu kadının annesi veya nineleri ile yahut kızı ya da torunları ile evlenemez. Kadın da kocasının babası, dedeleri yahut oğul ya da torunları ile evlenemez. Bu yasak evlilik; boşanma veya ölümle sona erse bile devam eder (bk. “Evlenme engelleri” konusu).
6) Çocukların baba bakımından nesebi sabit olur. Bir çocuğun ana tarafından nesebinde şüphe bulunmaz. Çünkü onun nesebi doğuran kadına bağlanır. Erkeğe bağlanması ise nikah bağını gerektirir. Hadiste şöyle buyurulmuştur:
“Doğan çocuk yatağın sahibi olan erkeğe aittir. Zina edene ise taşlama vardır.” (eş-Şevkani, Neylü’l-Evtar, VI, 276.)
7) Eşlerin arasında miras cereyan eder. Eşlerden birisi evlilik devam ederken veya rıc’i (cayılabilen) boşamada iddet beklerken veya ölüm hastası olan kocanın bain (kesin) talakla boşadığı eşi iddet beklerken ölürse Şafiîler dışındaki çoğunluğa göre diğer eş mirasçı olur.
Allah Teala şöyle buyurur: “Eşlerinizin çocuğu yoksa, mirasının yansı sizindir. Eğer onların çocuğu varsa, size mirasından düşecek pay dörtte birdir. Eğer çocuğunuz yoksa, bıraktığınızdan dörtte biri onların (karılarınızın) dır; eğer çocuğunuz varsa, mirasınızdan sekizde biri yine onlarındır.” (en-Nisa, 4/12)
8) Birden çok eş varsa, aralarında adaletin gözetilmesi gerekir. Bu adalet geceleme, nafaka, giyecek ve mesken bakımından eşitliği gerektirir. (ez-Zühayli, el-Fıkhu’l-İslami ve Edilletüh, Dimaşk, 1405/1985, VII, 100 vd.)

9) Peşin mehrini alan kadının, kocasının meşru emirlerine itaat etmesi gerekir. Kocası eşine ahlak ve edebe aykırı veya İslam’ın kendisine tanıdığı hakları ihlal edici emirler verirse, kadının bunlara uyması gerekmez. Aybaşı veya lohusalık günlerinde cinsel ilişki isteği, tesettürü veya namaz, oruç, zekat gibi farzları terketmesini istemesi durumlarında kadın kocasına itaat etmez ve farzları yerine getirir.
Ancak kadının aybaşı veya lohusalık günleri dışında kocasının cinsel isteklerine cevap vermesi de bu itaat kapsamına girer.
10) Koca, karısının şahsı üzerinde geniş yetkilere sahip olmakla birlikte, ona iyi davranmak ve insanca muamele yapmak zorundadır. Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulmuştur: “Onlarla iyi geçinin, Eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa; olabilir ki, bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda bir çok hayır takdir eder.” (en-Nisa, 4/19)
Ancak kocasının iyi muamelesine rağmen kadın söz dinlemez ve hayasızca davranışlarını ve serkeşliklerini sürdürürse, kocanın onu te’dip hakkı doğar. Yüce Allah bu hakkın kullanılma şekil ve şartlarını şöyle belirlemiştir: “Şerlerinden, serkeşliklerinden yıldığınız kadınlara gelince, onlara önce öğüt verin, vazgeçmezlerse yataktarında yalnız bırakın, bu da yarar sağlamazsa (hafifçe) dövün.” (en-Nisa’,4/34.)
Şunu belirtelim ki, kocanın eşi üzerindeki te’dip hakkı İslam’a özgü bir özellik değildir. Klasik kilise görüşü de, haklı bir neden varsa kocanın hafifçe eşini dövebileceğini kabul etmiştir. XII ve XIII. yüzyıllarda Fransa’da koca, karısını yaralamamak şartıyla dövebilirdi.
II- FASİT EVLİLİK
A) Fasit Evliliğin Tanımı:
Meydana gelme (in’ikad) şartları tam olmakla birlikte sıhhat şartlarında eksiklik bulunan evliliğe “fasit evlilik.” denir. Evlenme ehliyeti, icap ve kabul gibi ana unsurlardan birisi olmaksızın yapılan evlilik ise “batıl evlilik” adını alır.
İbadetler konusunda fasit ve batıl terimleri eş anlamda kullanılır. Namazın fasit veya batıl olması aynı anlamı ifade eder. Burada ibadetin, ibadet olmaktan çıkması ve bozulması kasdedilir. Bu konuda mezhepler arasında bir görüş ayrılığı yoktur. Evliliğin ise özel bir durumu vardır. Çünkü nikah akdi bir yönüyle ibadetlere benzer. Yukarıda da belirttiğimiz gibi nikah nafile ibadetlerden daha faziletli olup, insan türünün sürekliliğine, nesep temizliğine ve ahlakın güzelliğine hizmet eder. Bu yüzden de nikah ibadetlerden sayılır. Evlilik başka bir yönüyle de muamelelere benzer. Çünkü, başka bir takım sözleşmelerde olduğu gibi nikah da icap ve kabul île yapılır, şahit bulundurmak gerekir ve kadın mehir adı verilen bir bedel alır. Bu nitelikler ibadetlerde bulunmadığı için, nikah muamelattan sayılır. (İbadet ve muamelelerde fesat ve butlan için bk. es-Serahsî, el-Mebsut, XIII, 23 vd.; el-Kasanî, a.g.e., V, 304; ibnü’l-Hümam, Fethu’l-Kadir, V, 227 vd.; İbn Abidin, reddü’l-Muhtar, IV, 136; Ömer Nasuhi Bilmen, İstilahat-ı Fıkhıyye Kamusu, II, 22 vd.; Döndüren, a.g.e., s. 57, 58, Delil, Ticaret ve ikt. İlmihali, s. 124 vd.)
Hanefiler diğer ticarî ve medeni muamelelerde olduğu gibi nikah akdinde de fasit ve batıl ayırımı ilkesini benimsemişlerdir. Fasit nikah, özellikle kadın ve doğacak çocuklar lehine bir takım kolaylık ve haklar getirdiği için müctehitler arasında durumu ihtilaflı olan birtakım evlilikler fasit çeşidine sokulmuştur. Bununla birlikte nikah çeşitlerinin hangisinin fasit, hangisinin de batıl kapsamına girdiği kesin çizgilerle ayrılmış değildir. Bu konuda Hanefi müctehitleri arasında da görüş ayrılıkları vardır. Biz aşağıda başlıca fasit nikah kapsamına giren evlilikleri maddeler halinde vereceğiz ve bu arada görüş ayrılıklarına da işaret edeceğiz.
B) Fasit Sayılan Evlilikler:
1) Şahitsiz olarak akdedilen evlenme fasittir.
2) Karısının kız kardeşini, hala veya teyzesini bir nikah altında toplamak, sıla-i rahmin kesilmesine yol açabileceğinden nass’la yasaklanmıştır. (bk. en-Nisa, 4/23; Buhari, Nikah, 27; Müslim, Nikah, 33, 34, 36, 40.) İşte bir kimse iki kız kardeşi veya eşi ile birlikte bu eşinin hala veya teyzesini bir nikah altında toplarsa, sonraki tarihli evlilik fasit olur.
3) Evli bir kadınla, evli olduğunu bilmeksizin yapılacak evlenme fasittir. Çünkü evli bir kadının boşanıp veya kocası vefat edip de iddetini tamamlamadıkça evlenmesi caiz değildir. (bk. en-Nisa, 4/24; el-Kasani, a.g.e., II, 268, 269) Mesela; kocası uzun süredir kayıp olan bir kadın onun vefat ettiğini veya kendisini boşadığını haber alıp da, başka bir erkekle evlense, ancak daha sonra eski kocasının sağ olduğu ve kendisini boşamadığı sabit olsa, ikinci erkek bu durumu bilmeden evlenmişse ikinci evlilik fasit olur.
4) Bir kimsenin üç talakla boşadığı karısı ile hulle’den önce yeniden evlenmesi fasittir (bk. “Hülle” konusu). Ebü Hanîfe’ye göre burada tarafların evlenme yasağını bilip bilmemeleri sonucu değiştirmez. Ebü Yusuf ve İmam Muhammed’e göre, evlenme yasağını bildikleri takdirde nikah batıl olur.
5) Evlenmeleri ebedi olarak yasak bulunan kan, sıhrî veya süt hısımlarından birisi ile bilerek veya bilmeyerek akdedilecek nikah, Ebü Hanife’ye göre fasit; Ebü Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise batıldır. Ancak böyle bir evlilik yanlışlıkla yapılmışsa taraflara şüpheden dolayı had cezası uygulanmaz. Küçük yaşta ayrılıp birbirinden habersiz yaşayan iki öz veya süt kardeşin bir gün karşılaşıp, akraba olduklarını bilmeksizin evlenmesi gibi. Böyle bir durumda hısımlık ortaya çıkınca derhal ayrılmaları gerekir.
6) Süresi sınırlı (muvakkat) nikah fasittir. Ebü Hanife, Ebü Yusuf ve İmam Muhammed’e göre süresi belirlenen nikah akdi fasit olur. Bu üç müctehid geçici nikahı, mut’a nikahına kıyas etmiştir. Bir erkeğin evlenme engeli bulunmayan bir kadına şahitlerin huzurunda; “Seni şu kadar mehir karşılığında bir ay süreyle veya hac yolculuğu sonuna kadar kendime eş olarak aldım” dese, kadın da kabul etse, geçici (muvakkat) nikah söz konusu olur. Diğer yandan sürenin sözle ifade edilmesi gerekir. Kocanın süreyi niyetinden geçirmesi nikahı etkilemez. Diğer yandan bir kimse yalnız gündüzleri birlikte olmak üzere bir kadınla evlense nikahları caiz olur. Böyle bir evlilik muvakkat nikah kapsamına girmez. Böyle bir kadına “gündüzcü (nehariye)” denir.
Ebu Hanife’nin müctehit öğrencilerinden Züfer İbn el-Huzeyl (ö. 158/775)’e göre geçici (muvakkat) nikah geçerli olup, süre şartı geçersizdir. Çünkü bu fasit bir şart olup, böyle bir şarttan dolayı nikah akdi iptal edilemez ve sürekli olarak meydana gelmiş olur. (bk. el-Kasanî, a.g.e., II, 256 vd.; İbn Abidin, a.g.e., II, 481, 484, 825; el-Mevsılî, el-ihtiyar, III, 86, 87.)
Hanefiler dışındaki üç mezhebe göre de geçici nikahlar geçerli değildir. Ancak böyle bir nikahın caiz oluşu Abdullah İbn Abbas (r. anhüma)’dan nakledilmiş ve Ata ile Tavus’un da aynı görüşte oldukları belirtilmiştir. Bununla birlikte İbn Abbas’ın bu görüşten döndüğü de nakledilmiştir. (bk. el-Cezîrî, el-Fıkh ale’l-Mezahibi’l-Erbaa, IV, 116, 117; Bilmen, a.g.e., II, 25.)
C) Fasit Evliliğin Sonuçları:
1) Fasit evlilikte, eşlerin evliliği sürdürmeleri caiz değildir. Derhal ayrılmaları gerekir. Aksi halde hakim tarafından zorla ayrılırlar. Hakim ayırdıktan sonra cinsel birleşme olursa zina cezası uygulanır.
Diğer yandan kimi fasit evlilik çeşitlerinde yeniden geçerli nikah akdetmek suretiyle eksikliği gidermek mümkündür. Mesela; şahitsiz nikah akdinde, yeniden şahitlerin önünde nikah akdedilebilir. Yine geçici nikah, yeniden süresiz olarak kıyılabilir. Ancak kan, sıhrî veya süt hısımlığı gibi mutlak evlenme engeli olan durumlarda eksikliği tamamlama imkanı bulunmaz. (el-Kasanî, a.g.e., II, 335; el-Fetava’ı-Hindiyye, I, 330, 331; Döndüren, «Nikah» mad. Şamil İslam Ansik., V, 101, 102.)
2) Fasit evlilik, cinsel birleşmeden önce hiçbir sonuç doğurmaz. Burada gerçek bir evlilik söz konusu olmadığı için “halvet-i sahîha” cinsel birleşme hükmünde değildir. Eşlerin kimsenin göremeyeceği ve ansızın gelemeyeceği bir yerde başbaşa kalmalarına “halvet-i sahîha” denir. Eşi muhsan kılma (zina durumunda recm cezasına ehil hale gelme) veya üçlü boşamada anlaşmalı evlilik (hülle) gibi istisnalar dışında sahih evlilikte fiilî birleşme ile sahih halvet aynı sonuçları doğurur.
3) Cinsel birleşme olmuşsa şu sonuçlar doğar: Kadın emsal mehirle, miktarı belirlenmiş olan mehirden az olanına hak kazanır. Mehir miktarı önceden belirlenmemişse emsal mehir alır. (el-Kasani, a.g.e., II, 335; el-Feteva’ı-Hindiyye, I, 330)
Doğacak çocuğun, baba bakımından nesebi sabit olur. Ancak bunun için çocuk, evlilikten en az altı ay sonra ve en geç bir yılın içinde doğmuş bulunmalıdır,
Sıhrî hısımlık doğar, iddet ve iddet süresince nafaka gerekir, iddet dışında nafaka ile miras sahih nikaha ait olup, fasit nikah bunlara hak kazandırmaz. (Bilmen, a.g.e., II, 22 vd.)
Bu ayrılık boşama sayılmaz ve bu nedenle boşama sayısında bir eksilme olmaz.
Malikilere göre evlenme engeli bulunan yakın hısımı ile bilmeyerek evlenme durumunda, şüphe yüzünden had cezası düşer, nesep sabit olur, doğacak çocuğun malı yoksa bakımını baba üstlenir ve aralarında babalık – çocukluk yönüyle miras da cereyan eder. (Bilmen, a.g.e., II, 24)

Benzer Yazılar

Nişan bohçasında olması gerekenler listesi

Damat bohçası listesi… Erkek nişan bohçasına ne konur?

Nişan duası nasıl yapılır?