Edebiyatın tanımı ve kapsamıyla ilgili tartışmalar, estetik kuramının alanına girer. İlk sistemli estetik felsefesinin kurucusu olan
Kant’a göre, bir metnin sanat sayılabilmesi için “çıkar gözetmemesi”, başka bir deyişle kendi dışında hiçbir amaç taşımaması gerekir. Bütün sanatlar gibi edebiyat da bu bakımdan oyuna benzetilebilir. Oyunun kendi dışında hiçbir amacı yoktur, yalnız zevk almak için oynanır ve biter. Bu yaklaşım, edebiyatı öteki insan eylemlerinden ayıran çok önemli bir noktayı vurgulamakla birlikte, iki yönden eleştiriye açıktır. Birincisi, fazlaca “hazcı” bir yaklaşımdır; edebiyat yapıtlannın içerdiği “doğruluk” boyutunu, aydınlanma yanını ihmal etmektedir. İkincisi, yeterince tarihsel değildir; geçmişte edebiyat dışı sayılan bazı metinlerin zamanla edebiyat kapsamı içine alındığını, bazılarınınsa edebi değer ve işlevini yitirdiğini göz önünde tutmamaktadır. Oysa bütün insan ürünleri gibi sanat da ölümlüdür.Edebi türlerin en “edebi”, en katışıksız, en yoğun olanı lirik şiirdir. Estetik haz vermenin ötesinde hiçbir amaç taşımaz. Ama bu estetik hazzın içinde derin, karmaşık ve dile getirilmesi güç bir insani gerçeklikle karşılaşmanın verdiği heyecan da vardır.Yoğunluk ve katışıksızlık açısından lirik şiiri destan, eleji, ağıt, mesnevi, dramatik şiir ve
felsefe şiiri gibi manzum türler izler. Bunlar genellikle firik şiirden daha uzun ve daha gevşek dokuludur. Roman,
18.yüzyılda gelişen ve 19.yüzyılda öne çıkan bir türdür. Kaynaklan açısından en zengin edebi biçim olduğu söylenebilir.
Destan, masal ortaçağ romansları, deneme ve felsefi metin gibi daha eski biçimlerin hepsi romanı beslemiştir. Ama günümüzde satışa çıkan romanlann büyük bölümü edebiyat yapıtı sayılmaz; estetik zevk vermek için değil, oyalamak ve eğlendirmek için yazılmışlardır.
Seyahatname, gezi notları, anı,
otobiyografi, günlük ve mektup gibi kişisel metinler, genellikle edebiyat ile belgeseli ayıran çizginin iki yanında yer alır. Üsluplarının yetkinliği ve içeriklerinin zenginliğiyle büyük edebiyat yapıtı katma yükselenler olduğu gibi, “gazete yazısı” ve “anı defteri” düzeyinde kalanlan da vardır. Birçok kişisel metin, edebi değerinden çok, yazan konusunda özel bilgiler vermesi yüzünden ilgi çeker. Öte yandan, kolay kolay hiçbir türe sokulamayan ve üslup kaygısı gözetilmeden yazıldığı halde okurlara estetik bir doyum sağlayan metinler de vardır;
20. yüzyıl edebiyatında dışavurumculuk, dadacılık ve gerçeküstücülük gibi akımlann ürünleri genellikle bu türdendir.
Türk Edebiyatı Dünya Edebiyat tarihini de adını yazdırmış ve değerli eserler vererek dünyada tanınmış yazar ve düşünürleri bulunan köklü bir edebiyattır.Biz de bu değerlerimize dilimize ve kültürümüze sahip çıkarak korumalı ve ileri nesillere aktarmalıyız.
Dil ve edebiyat eğitiminde hedef, öğrenciye bilgi yüklemek değil, dili sevdirmek, dilin düzgün kullanılmasını öğretmek ve güzel yazılardan hoşlanma duygusunu aşılamaktır.Birey edebi eserleri okuyarak ve tartışarak kendi diline hakimiyet kazanır ve böylece duygu ve ifadelerini anlatmakta etkin bir ifade kazanmış olur.
Türk Dil ve Edebiyatının hayatımızındaki yeri milli birlik ve beraberlik duygusu içinde türk dilini özgün eser ile aşılamaya çalışmakla başlar.Ortak milli kültür değeri taşıyan eserlerden faydalanılarak türk toplumunun temel değerlerini bizlere öğretir.
Edebiyat düşünce ve duyguların etkili ve güzel bir biçimde anlatma sanatıdır.Bir toplumu bir araya getiren bilgi birikimini aktaran en önemli toplumsal kültür dildir.Türk Edebiyatı ise Türk diliyle oluşturulmuş sözlü ve yazılı eserlerin bütünü anlamına gelir.
Türk edebiyatının tarihi yaklaşık 1500 yıl öncesine dayanmaktadır. Bilinen en eski Türk yazıları 8. yüzyıldan kalma Orta Moğolistan’daki Orhun Irmağı vadisinde bulunan Orhun Yazıtları’dır.
Edebiyat, aracı dil olan bir güzel sanat dalıdır. İnsanın kendisini, çevresini, doğayı ve dünyayı tanıması, değerlendirmesi ve duyarlık kazanması için, edebiyat eğitimi büyük önem taşır